29 Ocak 2011 Cumartesi

kara parçası 10

az önce ağzımı açık bırakan bir sonla biten dogville'i izledim.açıkçası filmin gidişatından ne anlatılmak istediğini anlamış biri olarak görürken kendimi 9. kısımda "kibir" kelimesinden o köyde geçen olaylar öyle bir irdelendi, karakterin davranışları öyle bir analiz edildi ki, kaldım diyebilirim. bu kadarını beklemedim bu filmden, ama insanları bağışlamanın en büyük kibirlerden biri olduğunu bu kadar şok edici biçimde anlatmak başka türlü mümkün olamazdı, olsaydı da bu kadar etkili olamazdı. bizler kim oluyoruz da, kendimizi üstün özelliklere sahip görüp diğer insanların buna ulaşamayacağına "karar" verip, onların yanlış ve yoz davranışlarını bu nedenle affediyoruz. insanları bağışlamak ya da affetmek konusunda sert sınırlar çekmemiz gerek ve tepki vermemiz gerek. bir de tepki koyanları kibirli addediyoruz, saçmalık hepsi.
bugün selimle vakit geçirdim ve biraz da gitar çaldım. sabahki uyku basmasına yüz vermemem de etkileyiciydi. bana puanım 9 panpa. şizofrenik reklam cingılları wauuvv.

27 Ocak 2011 Perşembe

kara parçası 9

sonraki birkaç günde kötü geçti. ya da şöyle diyeyim, kötünün kötüsü. güne hç başlamamış olmak için öğlenleri uyanmaya gayret ettim. sabahları ayık olduğum normal anlarda saniyeleri saydım. öğlenleriyse kalktığımda saatleri saydım. akşam olduğundaysa kaç gün geçtiğini sayıyorum, duvara çizikler atmasamda bir sonraki günü ve geçen haftayı hayretle geride bırakıyorum. sürekli bir şeylerin gölgesinde yaşamak epey bunaltıcı ve el-ayak bağlayıcı. ama bugün..

bugün erken uyandım. sanırım dün bir şeyleri kovalamam ve dışarı çıkmam da bunda etkili. diyet yapmaya çalışıyorum. biliyorum biraz kilo verirsem biraz direnç de kazanırım. çünkü bir şeyleri başarmış olmanın getirdiği onarıcılıkta bulunacak işin içinde.

dün neredeyse son birkaç seneyi yok sayıcı bir işe kalkıştım. dört sularında gazeteden öss tarihinin 2 günlüğüne uzatıldığını gördüm. 2. gündü ve direkt eve gidip internetten kayıt için bilgisayar başına geçtim. lakin bu benim için namümkündü vu nedenle açık lise bulmam gerkiyordu. üç tane lise dolaştım ve açık olanı bulamadım. ablama söylediğinde bir akşam lisesi buldu bana. karar vermem gerekiyordu. ve ben aynı saatte olan encounter'ı seçtim. doğru karar verdiğimi düşünüyoru tekrar düşündüğümde. tamam bölümüm için idealist biri olduğumu söyleyemem ama sınavlardan önce ders notlarını okuyarak dahi pekçok sınav verilebilir düzeyde. benim bunu dahi becerememem, buna dahi zaman ayıramamam kişisel sorunlarımdan kaynaklanıyor. biraz ara verip dinlendiğimde önümdeki birkaç seneyi toparlayacak birikimi edinirim diye düşünüyorum.

sahile kıyamıyorum. o kadar iyi hissettiriyor ki gittiğimde, tüketmemek için çok az iniyorum. öyle işte.

24 Ocak 2011 Pazartesi

kara parçası 8

midem bulanıyor, midemi bulandırıyor her şey, çok ama çok hastayım.

cuma mı perşembe mi neyse şu okulla alakalı durumu google grubuna gönderdim. göndermem gerektiğini düşünüyordum, en azından bilgilendirme maksatlı ve bu kadar yabancılaşmamak adına. birkaç tane sürpriz olmayan geribildirim aldım. aslında bunu hiç yapmamalıydım. özellikle zeynep ayrıntı sorduğunda o uzunca tasvir ettiğim şeyleri anlatmamalıydım. normal nedir ki? toplum normlarına ayak uyduramayınca yaratıcı özellikleri de desteklenmeyip negatif tarafa doğru salaşça itildiğinde kişinin kendini bulduğu yere delilik diyoruz ama bu belli.ben bu toplumun normal olduğunu kabul etmiyorum, onun için bu topluma uyum sağlayamadım diye de pek kendimi deli olarak falan görmüyorum. akıl fonksiyonlarım belki herkesinkinden farklı çalışıyor olabilir. cem yılmaz'ı gördüm mesela gösterisinde. o adamında beyni farklı çalışıyor, benim ki de. fakat o mükemmel bir hayat yaşayıp 7 ceddine yetecek kadar para kazanırken, ben toplumdan iyice uzaklaşıyor ve depresyona sürükleniyorum. içimde bir şeylerin özlemi var. ve hep olucak biliyorum. çok farklı olabilirdi her şey, ben eğer eğitimli bir ailenin mensubu olsaydım ve hayatımda edindiğim arkadaşlıklar ve yaşadığım tecrübeler ona göre şekillenseydi. ama ben maalesef eğitimsiz bir ailede doğdum. korkuyla ve dini zırvalarla büyüdüm. hiç kız arkadaşım olmadı. hiçbir zaman bir spor dalında başarılı olamadım. korktuğum için daha iyi bir lisede öğrenim göremedim. öss'ye girdiğimde aklımdan geçen tanrı'ya küfürlerin korkusuyla soruları çözüyordum. tercihleri yaptığımda aksilik çıkacakmış gibi yaşadım ve çevreme kötü davrandım. şimdiyse ellerim titriyor, insani özelliklerimizi kaybetmemize neden olan boktan sistemin çarklarında bir dişli olabilmek için sikik bi bölümü doğru dürüst almanca bilmeyen müsveddelerle almanca okuyorum, bir şeyler yapmak istedim, 6 ayda iki düzineye yakın şarkı çıkarttım, bir ara hayallergördüm, lanetli olduğumu düşündüm, kaldıramadım. şimdi galiba yine bir depresyonun içindeyim. 1.5 ayda bir gördüğüm bir adamın verdiği ilaçlarla ve 15 dakikalık terapisiyle iyileşiceğimi düşünüyorum ve ona seans başına 350 tl veriyorum. içimdeyse her zaman, edinemediğim arkadaşlıklarımın, öpemediğim sevgililerimin, bilgeliklerinden kendime yeni yollar edinemediğim insanların özlemi var. gerçekten bir yara bu. ve gitgide kronikleşiyor, derinleşiyor..

19 Ocak 2011 Çarşamba

kara parçası 7

into the wild'ı izledim az önce. tabii böyle bir dönemde bu tür bir film izlediğim için doğal olarak şu anki hayatımla alakalı kapana kıstırılmışlığımın ayırdına vardım bir kez daha. adam kanunlar, koyduğumuz kurallar ve yasalar, bunlarda yanlış bir şeyler var demiş ve tam iki yıl boyunca amerikada gezginlik yapmış. bir de bunu izleyip bu tarz triplere hasta olan insanlar var. gerçek hayatta bu gibi insanları gördükleri zaman inanılmaz rahatsızlık duyacakları halde bunlar önlerine servis edildiğinde çok güzel tüketiyorlar. ben şahsen bu adamla aynı kafadayım. çok garip ki şu dönemlerde okuduğum london, tolstoy gibi insanlardan etkilenmiş, o da. aramızdaki farksa onun gördüklerinin esiri olmayıp arayışlara girmesi ve eylemlerde bulunması. tamamen tek başına bir yaşam mücadelesi vermesi. bu adamın açlıktan öldüğünü görmeden önce dahi, ya hu herif ne dirayetli işte aynı rahatsızlıklarımız var adam gitmiş eylemlerini sıralıyor, avladığı kuşlarla falan besleniyor, ben bu filmi izlemeden önce yarım kase fıstık ezmesi yedim amk, dedim kendi kendime. bu benim elimde mi değil mi, neredeyse dört senelik bir psikolojik tedavi sürecinden sonra buna karar veremiyorum. yani 2 saat önce ne yaptığımı hatırlayamazken birkaç sene öncesinin etkilerini nasıl bu kadar sert yaşarım anlayamıyorum. ama yine de eylemde bulunarak yeni insanlar tanıyarak başka şeyler mümkün tabii. yarın bol bol ingilizce pratiği yapıp liz'e şu içeceğimiz kahve noldu desem iyi olur galiba.

18 Ocak 2011 Salı

kara parçası 6

herhangi bir şeyle uğraşıyorsam ve uğraştığım işin dolaylarında başka şeyler yapılıyorsa o şeylere acayip takılıyorum. bugğn ingilizce kursunda büyük ihtimalle survival olduğunu saydığım çocuğa aşırı takılıp kendi önümdeki bilgisayarda yazılı dökğmana konsantrasyon sağlayamadım ve aptal saptal yanlışlar yaptım. bilgisayardan kafamı kaldırıp çıkmaya hazırlanırken çocuğun gayet upper waystage olduğunu görüce şaşırdım tabii.
yine aynı durum sürücü kursundan çıktığımda kahve içerken meydana geldi. yanımda iki tane liseli vardı ve erkek olanının sesi o kadar rahatsız edici geldi ki bana okuduğum şeye belki yarıyarıya bile konsantrasyon sağlayamadım. çok kötüydü gerçekten. bir yandanda lisede neden belli bir dönemden sonra hocaları dinlemeyi bırakıp arka sırada 2 arkadaşımla cep telefonunda oyunlar oynadığımı anladım. o zamanlar adını koyamıyordum ama bu yapay kurallara uyma meselesini o iki liselide görünce iğrendim. hapsolmuşlardı, en az yarım saat okul derslerinin notlarından konuştular. bir de yurtdışına çıkma durumları varmış sanırım. bir o kadar da içeriksiz şuraya mı gitsem buraya mı serzenişleri. keşke diyorum yönlendiren birileri olsaydı da kendi kurallarını kendin koy fasilitesini şöyle 16-17 yaşlarımda kavrasaymışım. belki o bunalımı daha çabuk atlatır ve şu anda gayet idare eder olurdu.
bunalım demişken. şu elektro şokları yememden sonra 15 ay geçti ve ben bir depresyonu yavaş yavaş bitirip hemen başka birdepresyonun kollarına atıldım. hafıza denen bir şey de hiç yok zaten. 2 gün öncesiyle veya iki hafta öncesiyle alakalı hiçbir şey hatırlayamıyorum. tek hatırladığım şey 3-4 yıl öncesinden kalan rahatsız edici surat imgelemleri. olayları bile unuttum, sadece suratlar yeteri kadar rahatsız edici olabiliyor. sahile gidip denizi izleme işini eskitmekten korktuğumdan yapamıyorum. saçmalık işte. gerçekten iyileştirici şeyler yapmalıyım.

14 Ocak 2011 Cuma

kara parçası 5

2 gün oldu. iyice dağıldım, dağıldım. öğlenleri uyuyarak geçirdim. sanırım biraz zamansızlığa ihtiyacımız var insanlar olarak, en fazla da benim. bugün babamla vakit geçirdim ve sanırım babama en çok yaklaştığım, onun gerçekten "biri" olduğuna inandığım günlerden biri oldu bu. hak verdim de, haksız değildi ve her zaman alacağım kararlara saygı duyduğunu bilmek beni rahatlattı. tanrım, iyi ki bir ailem var ve durun, ben biraz ara vermeliyim, nefes almalıyım dediğimde yanımdalar.
gittiğimiz animasyonda iyiyle kötünün ayrıcalıklı bir mücadelesi vardı. aslında iyi veya kötü diye bir şey yok. doğuştan iyi veya kötü değiliz, onları biz yaratıyoruz. bütün insanlık olarak çevremize yaptığımız etkilerle iyi veya kötü oluyoruz, evet. hapishanede drama eğitimi veren arkadaşımın da dediği gibi zaten, insanları suça çevre şartları ve dirayetleri itiyor. hiçbirimiz zayıf olduğumuz için suçlu değiliz. kötüler var evet, ama salt iyiler ve salt kötüler yok. insanlık olarak saçtığımız karabulutlardan birileri daha fazla etkileniyor "suçlu" oluyor sadece, hepsi bu. umarım her geçen gün daha iyileşebilirim.

11 Ocak 2011 Salı

kara parçası 4

şimdi ekşi sözlükte son yıllarda içkinin kısıtlanmasının giderek artmasıyla alakalı hakkında onlarca entry girilmiş bir başlığı okuyordum. ne yazdıklarını bilerek yine de okudum yazdıklarını. yasaklardan nefret ederim, elimde olsa dünyadaki her şeyi serbest hale getirir herkese adil şekilde paylaştırım. maalesef kendimde dünyayı değiştirecek o yüce ruhu taşıyacak direnci göremiyorum. bir yerinden tutsam kesin biryerlerde yüzüme gözüme bulaştırırım. kimin ne düşündüğü umurumda değil, ama düşünsel olarak bu kadar kıt insanların bulunduğu bir ülkede yaşamayı sevmiyorum. bugün ben koskoca birgünde karşıma birini bulup muhabbet edip hayatı paylaşamıyorsam ve bunun sebebi de karşımdaki insanların algılarının kıt ve dogmalarla perçinlenmiş olduğunu görüyorsam, kendimde de o inanılmaz vatanperverliği bulmuyorsam bu ülkenin şu anki düzeninde yaşamaktan nefret ediyorum. bazen acayip kıskanıyorum şu taksim'de insanlara karşı slogan atıp gazete dağıtan elemanları. keşke ben de üzerime üzerime yürüyen yüzlerce insana karşı düşündüklerimi, inandıklarımı fütursuzca haykırabilsem. benim tek ihtiyacım olan yazmak, muhabbet ve bolca deniz manzarası.

10 Ocak 2011 Pazartesi

kara parçası 3

fazladan ilaç içmeme rağmen normal bir uyku süresi geçirdim. sabah kalktım, beni güne başlatacak şeyin gazete olacağı telaşıyla gazetenin her bokunu okudum. aylar sonra elime kağıt kalem aldım ve ingilizce kelimeler bütünlüğünü yazıp mantar panoya astım. bir şeylerin altında ezilmiş olmanın verdiği sıkıntıyı ve yapılan bir çözümle gelen onarıcı duyumsamayı iliklerime kadar hissettim. daha sonra babm çaldırdı telefonumu. pazartesi saat 3'te sinemaya gitmek için buluşan bir orta yaşlı bir de 20li yaşların başındaki bir genç bulmak, işaretlemek hakikaten zor. işte onlar biziz, aylak takımıyız. her boku ters düz edebilirim gerçekten. babamla aslında şu anda benzeşen pekçok ortak yanımız var, bunu görüyorum. önemli bir fark var ama, ben bedellerini ödeyip hayatımın kalan kısmında huzuru hala bulma şansına sahibim, belki de. ve kendime şu soruyu sorma ve 3-4 satırlık yeterince açıklayıcı bir cevap verme ihtiyacı hissediyorum. gözlerimi kapatıyorum ve sahneyi yaşıyorum.

- aaauvv celal meraba! yaa şey, sen neden yoksun acaba, bilemedim benn?..
- halletmem gereken bazı problemlerimin olduğunu ve okulun bunlara ket vurduğunu farkettiğim için "ara" verme durumunun oluştuğunu gördüm. birbirine yabancılaşmış ve adeta duygusal buzlanma ve anlamsızlaştırma yaşayan bir topluluğun içinde, işletme gibi bilim olduğu bile tartışılır olan acayip bir fonksiyonun derslerini almanca terimlerle türkçe dinleyip sınavları da almanca vermek için henüz kendimi feda edemem. şu şartlarda, bir feda etme durumu var tabii ki, gelecek sene oluşacak şartlarda daha sağlıklı bir ortam içerisinde daha iyi adpate olabildiğim bir süreçte daha yapıcı okul dönemleri geçirmeyi planlıyorum. yeter ki çevremdeki insanlar yine bu kadar bencil, duygusal tepkilere yabancı ve hipnotize durumda olmasınlar.

9 Ocak 2011 Pazar

kara parçası 2

sahildeydim yine. basketbol sahasında futbol oynayan çocukları ve adamları izledim. kocaeli'nde geçirdiğim günler geldi aklıma. tel örgğler içinde oynadığımız ve müthiş keyif aldığımız günler. metaldende olsa topu ağlara göndermek müthiş bir keyifti. o topa o kadar çok dokunmak istedim ki. halbüse bu sene içerisinde 2-3 kere hayali bir topla baketbol oynamıştım.
beni bekleten annemle ablama sinirlendim.ve bir daha onlarla dışarı çıkmayacağımı falan söyledim. aslında hep palavraydı sıktıklarım. deli gibi keyif aldım beklerken. birilerinin beni bekletmesi bile güzel bir şey aslında. gün sonunda tahriş olmuş boğazımı temizlemek için kahvemi yudumlarken aynı hastalıklı düşünceler içerisinde ablamla muhabbet etmeye devam ettim. tekrar össye girebilir misin? yapmaa, işletme okumak her zaman koka kolanın satışlarına katkı yapmak anlamına gelmeyebilir. belki reklam metni yazarlığı yapabilirim. uzun metinler yazmak için fazlaca tembelim, ama insanların kafasına zamklanmış bir sürü slogan uydurabilirim. güzel bir şey bu. veya dnr gibi bir mağazada kitap bölümünden sorumlu bir görevli olmak da olabilir. önemli olan bir şekilde mutluluk eksenim içerisinde bir eylemde bulunmak. becerebilir miyim, belki.

8 Ocak 2011 Cumartesi

kara parçası

alkışlar içerisinde yaşıyoruz hayatımızı. ne kadar alkış duyarsak, gözler ne kadar üzerimizdeyse o kadar mutlu oluyoruz. bizleri izleyenler çevremizdekiler tabii ki, biz de sahnedeyiz. rengarenk kostümlerimizle. seyircilerimizin görmek istediği şeyleri gösteriyoruz. anlayabilecekleri ve hoş hisler duyabilecekleri hisleri yansıtıyoruz onlara. gerekirse biraz melankoli de ekleyebiliyoruz. insanların içindeki karanlık tarafı aşk acısı süsüyle örtüyoruz ve onlara öyle sunuyoruz. geleneklerimize tutunup geleceği düşlüyoruz. elbette gerizekalı topluluğu kaybetmemek için osuruyoruz, kekeliyoruz. mide bulandırıcıyız gerçekten. ama ambalajlarımız çok ışıltılı olduğu için yaşadığımız hayatı güzel sanıyoruz. güzel de bizim için iyi anlamına geldiği için içimizde herhangi bir kuşku oluşmuyor. pet şişelerimizde hayat yazıyor, kana kana içiyoruz. kurduğumuz para döngüsünün içine tanrıyı da katıyoruz ve onu da bir meta haline dönüştürüp bir popstar algısı oluşturuyoruz. en içtenlikle göstereceğimiz duygularımızı saklıyoruz ve tahammül ediyoruz. tahammül edemeyenleriyse ya tımarhaneye tıkıyoruz ya da bir yafta verip ilişkimizi kesiyoruz. aklımızı karıştırmamalıyız tabii ki. daha iyi bir düzen veya kendini gerçekleştirmek gibi düşüncelerimizi evcilleştiriyoruz. hayatımızdaki seçimler coca cola veya pepsi mi içsemden öteye geçmiyor. hepimiz bir kara parçasında yaşıyoruz.

7 Ocak 2011 Cuma

son durum

bunaldım, çok bunaldım. sahile indim, yapayalnızdım. bir ben vardım, bir martılar vardı, bir de kaybedenler. zira haftanın ikinci işgünü öğle sularıydı ben sahilde martılara ve denizin dalgalarına bakarken. benliğimin ve unutkan hafızamın esiri oldum belki de. dünyayı değiştireceğimi düşündüm, bir ara ciddi ciddi buna inandım. belki hala değiştirebilirim, bilmiyorum. ben hayalperest oldum, kendi doğrularımın peşinden koşmaya karar verdim. ama maalesef belki de tek başınalığı kaldıramadım. o kadar da güçlü biri değilim belki. ben onlar gibi olamazdım. onlar gibi olmak için çok geçti çünkü. çok fazla şey yaşadım, çok fazla nevrotik duygular içeriyorlardı. geçmişte yaşananlara saplanıp bir kısır döngü içine girdim. moralimi bozmamaya çalıştım. ama sürekli kendiyle kavga halinde olan her yalnız insan gibi ben de yenildim. insan kendisine her zaman yenilir çünkü, özellikle saplantılıysa. halbuki ben bana yarayacak ilacı bulmuştum. yaratacaktım, birsürü insan tanıyacaktım. bir sevgili bulurdum belki. onun mutluluğunda kendi mutluluğumu arardım. beceremedim, saplantılarım yüzünden beceremedim. kimse beni dinlemedikten sonra bunlar nasıl olabilirdi ki zaten? ben kendi şarkılarımın peşine düşerken başkalarının şarkılarıyla yaşayan insanlar benim gibileri gerçekten anlayabilirler miydi ki?

yozlaşmış, iğrenç bir çevrede yaşıyoruz. hele ki buradaysanız ve kendine yabancılaştığının farkında olmayan ve kurdukları düzenin belirli bir miktar karşılığında kölesi olan insanların arasındaysanız gerçekten iğrenç bir çevrede yaşıyoruz. insanlara kendinden bahsedemez duruma düşürür eğer adapte olamamışsan bu hipnotize olmuş insanlara. söyleyecekleri şeyler önceden ezberlenmiş zaten. herkesin vereceği tepki o kadar kestirlebilir ki? güzelllik veya çirkinlik insanların kendi algısında değil artık, onları pazarlayanların algısında. onlar bu güzel derse siz de güzel demek durumundasınız. yapabileceğiniz hiçbir şey yok. özellikle kelimeleri bolca unutuyor ve kendinize güveninizin boşa çıktığını görüyorsanız, gerçekten yapabileceğiniz hiçbir şey yok.

evet, niye peki böyle saçmasapan konuşuyorum ben. içinde bulunduğum şartlar okulu dondurma kararı almama neden oldu, o yüzden. sanırım önümde 7-8 aylık bir zaman dilimi var ve bu süreçte kendimi toparlamalıyım. bolca sahile inmeliyim. denizi izleyip hayatımdaki diğer süreçlere, bilhassa kendime odaklanmalıyım. iyileşmeliyim, kahretsin. iyileşmeliyim.