nisan, 15. avuçlarını çekti yüzünden, ve yavaşça kaktı yataktan. esnedi uzun uzun. saate baktı, epey geç olmuştu. yine o yarısından fazlasını uyuyarak geçirdiği günlerden biriydi. hoştu doğrusu, yatacak bu kadar vakit bulmak, hoş olmayan bu kadar vakti yatarak değerlendirmekti. mazereti vardı ama. göbeği önden gidecek şekilde yürüyordu, belki hala göbeğini çekse göğüs kafesi belirebilirdi, denemiyordu bile. annesinin ısrarlarına rağmen evde atlet ve boxer'la dolaşmaya inadına devam ederdi. mutfağa girdi, buzdolabının aynasına baktı. bir yandan da atletinin ipini çekiştiriyordu. düşünceler yine onu ziyarete gelmişti. yeni uyanmıştı halbuki. birden aynadaki siluet konuşmaya başladı. irkildi önce, ne dediğini anlamadı siluetin. siluet tekrarladı ama yine anlamadı. artık kelimelerin dökülme vakti gelmişti. tam 3 yıl oldu dedi. 3 yıl, 20 küsür kilo aldım, biraz da yaşlandım. hatta epey. yaptığım halı saha maçları bir elin parmaklarını geçmez, basketbol oynamadım bile. çok sikikti söyledikleri. duygusal bir giriş yapmaya çalışmış siluete karşı, lakin sıçmış, yetmemiş bir de sıvamıştı. esas meseleye gel dedi. bundan sonrası soru cevaptı.
nasıl geçti, neler yapıyorsun?
epey zorluydu açıkçası. zorlayan kısım aslında tembelliğe iten kısımdı. insan tembellik ede ede zorlanır mı, işte bunu gördüm. nasıl geçtiğini bilmiyorum, şu sıralar majik obsesyonlara rağmen hayal kuruyorum. bir yandan da bu kadar hayal kurarsam acaba bir gün gerçekten gerçeklikten kopar mıyım diye irkiliyorum. neyse, toplamda 6 albüm çıkaracak olan bir punk grubum olucak. ilk iki albümden sonra huzursuz edici "ölüm sonrası yaşam raporu" isimli konsept albümü yapmayı, hatta şarkı sözlerini şimdididen yazmayı planlıyorum. hatta ilk iki albümün 7 şarkısının adını ve hikayelerini belirledim. albüm kapağında grup elemanlarının alt boxer üst gömlek şeklinde toplu bir fotoları oluşacak. şarkı listesi şöyle hatta:
1- herkes kendi için yaşar
2- rockhorn
3- sen seçtin
4- oh olsun (70'ler cover)
5- türkiye'de olmuyor
6- bütün kızlar birbirine benzer
7- otobüs
8- kamaşullah
9- popşarkı!
10-satın almasız çıkış
evet, işte böyle. tanrım, bütün günümü bunu düşünerek geçirdim dün!
(haziran 2010 notu: soner'le sen seçtin bestelendi, herkes kendi için yaşar ve rockhorn'un ham halleri hazır)
ben son zamanları kastetmiştim, geleceği değil!
ha, evet işte. drama kulübü'ne başladım, yaklaşık bir ay oldu. kendimi ifade edebiliyorum, düşüncelerimi açığa çıkarabiliyorum. her zaman o ışık vardı bende zaten, biliyorum bunu. genelde günlerim film izleyip kitap okuyarak geçerdi lakin şu aralar sınav dönemindeyim sadece uyuyorum, notları okuyorum ve sınavlara giriyorum. başka bir şey yok.
anadolu hisarı'ndan şikayetçiydin son bıraktığımda, alışabildin mİ?
evet, burayı benimsedim, kabullendim herneyse. 2 sene üst üste zor yaz dönemleri geçirdim. tatil yapamamıştım. onun için kış yarıyılı epey moral bozucuydu. kampüs, insan ilişkileri, dersler... bir ara ciddi ciddi bölümü bırakıp psikoloji okumayı falan düşünüyordum. sonra çok arkadaşperver vural'a tutunmayı denedim. gerçekten çok arkadaş canlısı bir çocuk ve onun sayesinde bir nebze olsun okulla bağım oldu. ben moral olarak kısmen toparlanınca sosyalleşme de kısmen arttı ve şimdi kampüsle aram biraz daha iyi.
peki ya arkadaşlar?
madem öyle, yine hisardan başlayayım. hala kimsenin en iyi arkadaşı değilim ama belirli bir arkadaş grubum var. her ne kadar soğuk biri gibi görünsem de aslında hayata ve insanlara karşı çok açık bir tarafım da var. (tanrım, hiç tanımadığım biriyle (zb: taksi şoförü) hayatı hakkında karşılıklı alışverişte olduğum olmuştur.) ki bu da birbiriyle konuşmayan insanlarla iletişim kurabilmemi ve kısmen arkadaşlık yapabilmemi açıklıyor. herkesin uzmanı olduğu konuyu bulmayı ve onu deşmeyi çok severim. her şeyden önce hisardakiler gerçekten çok iyiniyetli. önyargım olan kişiler var(dı) ama zamanla kırılıyor önyargılarım. kasıtlı yapmadıklarını görüyorum, yapıyorlar çünkü o konuda eksikler, sadece bu. şunu hissediyorum sadece. hisarda beni tanıyan insanlar benim iyi olmamı istiyor. sanki "celal şunu yapsın, bunu yapsın kendini toparlasın biz onu çok seviyoruz ehe mehe" diye teletabiler gibi kırlarda dolaşıyorlar. bunu yeni farkettim. kimi zman soğuk olsalarda anlık yakınlaşmalar bana bunu hissettiriyor. bu çok ama çok uzun zamandır hissetmediğim bir duyguydu, bunu hissettirdikleri için onları kucaklamam gerekiyor sanırım. ben de her iyiniyetli insana dilediğim gibi benzer duyguları onlara diliyorum.
onun dışında fazla arkadaşım yok, bilirsin işte uzak geçmişten kimseyle görüşmüyorum. genel olarak bahsedecek olursam kimi sosyal farklılıklardan, kimi farklı hayat görüşlerinden, kimi bana yaşadığım kötü olayları hatırlattığından, kimi satıp gittiğinden, kimiyse değiştiğinden hiç ama hiçbiriyle görüşmüyorum. sadece sordun diye söyledim. istemiyorum da zaten. ama bunlar obsesyon olmuş ben de sonuçta. takılmışım. çok etkiledi beni, tedavisi sürüyor.
yakın geçmişte fdd'den çok iyi insanlar tanıdım. mert'le onur'la düzenli olarak görüşüyorum. cansel'le yüzyüze görüşme fırsatım olmadı ama internetten çok dinledi beni, destek oldu bana sağolsun. elif'le nadir de olsa karşılaşıyoruz. onun dışında özgün'le ve erkin'le temasa geçmek isterim, ki yakın zamanda onur buluşma ayarlamayı planlıyor, o zaman belki birini görürüm.
noldu, sustun. en son nisan 2010'da cevap vermişsin sorularıma
...
evet, farklı şeyler planlıyordum çünkü. bu kısımdan sonrasını gazetecilik okuyan bir kız arkadaşım olacağını düşünüp, röportajı ona yaptırmayı düşünüyordum. normal bildiğin röportaj gibi olucaktı yani, anladın mı, kayıt cihazı falan işte. maalesef her şey planladığımız gibi gitmiyor hayatta. o kıza ne olduğunu soracak olursan "eski sevgilinin cinsel organı" adlı yazıma bakabilirsin. çok moralim bozuldu aslında. gerçeklerin sürekli değişkenlik göstermesi beni biraz karamsar yapıyor. düşünsene, kız arkadaş meselesi sonuçta, hayatının gidişatını tümünden değiştireceğin bir şey, yaşama amacını etkileyecek bir şey, dünyaya olan tepkini yatıştıracak bir şey. olmadı işte, kendisine sevgilisiyle mutluluklar dileyip kendi hayatıma geri döndüm. dağınık, yarısı yatak olan gri odama. aynen senin gibi, boxer ve atletle işte.
başka moralini bozan şeyler oldu mu peki?
oldu tabii. ilişkilerim zayıfladı epey, okulu koyverdim. olumlu yargılarımda sürekli şüpheye düştüm. bir bağlanamama sorunu var bende, ya da beğenmeme ne biliyim. itiraf ediyorum, kendimi kendim olarak ifade edemediğim ortamlarda acayip bunalıp o ortamlardan kaçmanın, tek başıma kalmanın çaresine bakıyorum. lisede de böyleydi mesela. yıllığıma yazan tek kız (düşün artık bu kadar çarpık ilişkilerim, uzun bir konu) bana insan olarak iyi biri olduğumu ama kendimi insanlardan soyutladığımı söylemişti. ne kadar içten biri olduğumu aslında çok az insana gösterebildim. hani, sırf bu kadar meymenetsiz bir adamdan oluşsam şimdiki zamanda mert'in, onur'un, soner'in yanında kendimi kendim gibi hissedemezdim. net düşüncemi soruyorsan, insanların bana karşı önyargıları var ve samimi davranamıyorlar. ben de samimi olamıyorum çünkü benimle diyalog kurarlarken adeta aramızda görünmez bir duvar oluşuyor.hak veriyorum dediğim gibi, beğendiğim bir alıntı vardı, insanlar toplumu oluşturmaz, toplum insanları oluşturur diye. bu düzenin oluşturduğu insanlarla, kendini kendisi gibi göstermeyen insanlarla, bağlanamamazlık durumunu yaşıyorum. kendime bu konuda kızamam da açıkçası. uzun süre sorun bende diye düşünüp kendimi suçladım, öyle değil ama. azınlık sayılırım. bütünümle aykırı bir insanım. fiziğimle, giydiklerimle, düşündüklerimle, yaptıklarımla, yapamadıklarımla hepsi çok farklı bir insan profili çiziyorum ve ortaya ben çıkıyorum işte. bu düzene adapte olamadım evet. yapacağım şeyi içlendirerek yapmak gibi bir derdim. 20 yaşıma gelene kadar şu anda elde etmeye çalıştığım insan statüsünü elde edebilmek için çok fazla çevreme bakıp hastalıklı boyutlarda düşünceler edindim. şimdi 20 yaşındayım önümde bir aksilik olmazsa bir şey yapma kaygısı olmadan geçecek birkaç yıl var ve ben bu birkaç yılı kendini gerçekleştiren insanları izleyip, ben ne yapabilirimi görmek için geçirmeyi düşünüyorum.
lisede yıllığıma tekbir kız yazdı demiştin, açar mısın biraz
bu sorunun cevabı için aslında lise döneminden de eskilere gitmek gerekiyor. ben ailemi çok seviyorum, söyleyeceğim şey yanlış anlaşılmasın ama gerçekler de var. dinsel söylencelerle (dogmalar da diyemiyorum) büyütülmeye çalışıldım ben. çok hassas bir çocuktum. 6 yaşında böcek ezdim diye cehenneme gitmekten korkuyordum. 10 yaşımda okula geç kaldığım için ağlamıştım falan. aynı on yaşında da yine çevremden kız arkadaşlar konusunda baskı yemeye başlamıştım. tanrım, türkiye'de bir kız arkadaşınız olması inanılmaz bir şey bence. düşünsene, insanlar seninle dalga geçicek diye yaklaşamıyorsun bile karşı cinse. çok hastalıklı gerçekten. 12-13 yaşıma kadar samimi bir kız arkadaşım (kuzenim) vardı. (yanlış anlaşılmasın "arkadaş" sadece) Hafta sonlarını yazları falan beraber geçirirdik, iyi arkadaşlardık. sonra o kız kapandı ve ondan sonra gerçekten incelenmesi gereken süreçler oluştu. ben çok kaygılı bir çocuktum, hala öyleyim, ve onunla iletişim kurmanın günah olduğu baskısı falan böyle bir ortamda oluşunca yanına yaklaşıp "naber" falan bile diyemez oldum. o zamanklardan şimdiye geldik ve artık çok farklı insanlarızdır herhalde. kızlara yaklaşamamanın en büyük nedeni törelere yaslanmış ve insana kaygı ve korkudan başka bir şey vermeyen dinsel zırvaların büyük rolü var. Biraz da şanssızdım galiba, bana yakınlaşıp bu tür konularda yardım edebilecek birileri yoktu. Çünkü insanlar bunun bir tabu olmasından hoşlanıyorlar, bu düzenden hoşlanıyorlar. kendi elleriyle canavar yaratıyorlar farkında değiller. sağlıklı bir sosyal düzenden ziyade cemaat evlerinde porno izleyip 31 çeken insanlardan memnunlar. onlara göre bu normal çünkü.
neyse önemli olan şimdi. çok zedelendim, ama şu anda bilinç biraz sağlıksız da olsa benim elimde ve olayları sağlıklı şekilde inceleyip kendi geleceğimi çizebilirim. artık olmuşlar için sadece kocaman bir "siktir" çekebilirim. yazması bile kaygı verici oldu benim için, o kadar etkilenmişim işte.
sürekli bir şeyleri eleştiriyorsun. sen kendin hakkında ne düşünüyorsun peki?
ben farklı yapıda bir insanım. iyi kötü bu günlere geldim işte. iyi niyetli biriyim. her şeye iyi niyetle yaklaşmaya çalışıyorum. uzun süre kötü biri olduğumu düşünerek kendimi suçladım, dişimle tırnağımla elde ettiğim şeyleri aslında çok kötü bir insan olduğum için haketmediğimi düşünüp bunu hastalığımla birleştirip inanılmaz acılar çektim. inanılmaz vicdan muhasebesi yapan biriyim. şu an benzer sorunları aynen yaşıyorum. bu kolay bir şey değil, senelerce bununla yaşadım, birden silinemezler, bunu kendime inandırmaya çalışırsam daha kötü şeyler yaşayabilirim. gerçi psikolojik süreç bakımından daha kötü şeyler hissedebileceğimi zannetmiyorum, en kötüsünü hissettim. değişecek kadar, sinirsel sağlığımı bozacak kadar travma ötesi durumlar yaşadım. çok mutlu da oldum, çok mutsuzda. arkadaşlık duygusunu çok kuvvetli hissettiğim zamanlar da oldu, tamamen, şu andakine benze olduğu gibi, bir başına, veya yalnız kaldığım zamanlarda. en büyük eksiğim bana göre içimden geçenleri, hissettiklerimi tam olarak tasvir edememem. belki içimdeki bütün saçmalıkları, pis şeyleri açığa çıkarabilirsem, daha faydalı biri olmakla kalmaz, daha sağlıklı olurum. dramada işte bunu kısmen yaşadım, seneler sonra eski arkadaşını gören birini oynarken aynı travmayı yansıttım. ya da köşede fırlatıp atılmış bir tahta silgi yerine koyup kendimi onunla ifade edebildim. kısaca ben kendini tam olarak ifade edemeyen, ayrıntıları çok düşünen ama obsesifleri ve tembelliği nedeniyle çok fazla bir şey beceremeyen biriyim. ihtiyacım olan ve eksikliğini hissettiğim en önemli şeyin de beni sadece ben olduğum için sevecek, aynı zamanda bir şeyleri başarmış, bana yardım edebilecek insanlar olduğunu düşünüyorum.
kendimi toplum içinde nasıl değerlendiriyorum diye soruyorsan, bu kadar toplum eleştirisi yaparak seni hayal kırıklığına uğratabilirim belki ama, radikal bir siyasi veya dini görüşüm yok. nasıl bir dünyada yaşamak isterdim evet, bunu sorduğunu farz ederek cevap verim, baskı ve sömürü olmayan, insanların hoşgörülü ve özgür olduğu, her türlü inancın veya inançsızlığın saygıyla karşılandığı, insanların birbirlerini farklılıklarına rağmen sevdiği ve ihtiyaçların giderilememesinin minimum olduğu bir dünyada yaşamak isterdim. en kötüsü insanların iyi niyetli ve yozlaşmamış olması yeter de artardı bile. bu şu anki durumla imkansız bence. insanların yeterli bir görüsü yok çünkü. yapay kültürle, yapay gündemlerle tamamen yozlaşmış durumdayız. 2010 yılındayız ve ana haber bültenlerini izlerken önemli olaylar hala dramatize edilip insanlara adeta pembe dizi izlettiriliyor. inanılmaz sinirleniyorum, insanların sorular sorup çözümler üretmeleri teşvik edilmiyor çünkü. tamamen yapay duygusal etkinliklerle, keyif ve zenginlik hayalleriyle uyuşturulup boktan hayatımızı devam ettiriyoruz. bir yandan büyük bir kaos belki de bu şekilde örtülüyor. insanların en başta barışçıl olmaları lazım. ama bu egolarla bu yer edinme sevdasıyla imkansız bu. cinaslı kafiyelerle, anlamsız dörtlüklerle, estetikten yoksun siktiriboktan popmüziğimizle bastırıyoruz içimizdekileri. evet, televizyon, gazete, radyo her neyse sinirlerimi bozuyor. çünkü en başta aptal yerine konuluyorum, konuluyoruz. tabii bunlardan soyutlanmak imkansız, maruz kalıyorum, çok da fazla sinirlenmiyorum. çünkü hayatta hiçbir şey net olarak siyah ya da beyaz değildir. daha önce de söyledim belki, barışçıl değiliz. içinde bulunduğumuz "sistem" bizi bir yandan köpek gibi yarıştırıp içimizi nefretle doldururken, diğer yandan bizi zaptetmek için uyuşturuyor. popkültüre tamamen karşı değilim. insanların elbette eğlenmesine, hoş şeyler hissetmesine, aşk acısı çekmeye de ihtiyacı var. insanların aptal yerine konulmasına ve aptal yerine koyan insanlara hayranlık duymasına karşıyım. kitap okumak gibi "normal" bir şeyin korkutucu, belki de ulaşılamaz bir şey gibi gösterilmesine karşıyım. bunları görebilmek zor değil. en başta kendi yaşam tecrübelerimizden ortaya çıkabilecek çok basit şeyler.
kısmen anlatabildim sanırım, daha da deşerek sorunlarımın özüne derinlemesine inmeyi çok isterim. kuşbakışı görünüm bu.
son olarak benim gibi insanlara bir şeyler söylemek isterim. herhangi ağır bir ruhsal bunalımınız ya da rahatsızlığınız varsa ve bunu anlayacak kimse yoksa çevrenizde, psikolojik yardım almanız gerekli ve kendi kendinizi idare edecek duruma gelene kadar bu insanlardan ve ilaçlardan yardım görmeye devam etmelisiniz. kendinizi idare ettiğinizde de büyük ihtimalle o terapistin, dotorun vs. sizi tatmin edemediğini görecek ve kendinizi asıl iyileştirecek şeyin fikirler ve çözümler olduğunu göreceksiniz. her yeni çözüm veya fikir yeni sorular oluşturacacak huzursuzluk hiçbir zaman "0" olmayacak. sonsuz keyif vu huzur sadece vaadedilen cennette var. mutsuz olduğunuz için çözüm üretmek yerine sizi suçlayan insanları görmek sinirinizi bozabilir, ama her zaman barışçıl olun. ben tam olarak bir "dava" adamı değilim, tavsiye de edemem sanırım. görüşü olan herkesin aynı hataları yaptıklarını görüyorum. sürekli bir baskı var, "öteki"ne nefret var. tek ihtiyacımız olan belki de iyiniyetli olmak, birbirimizi anlamaya çalışmak. gerisi kendiliğinden gelecektir. hayatta hiçbir şeyin üzerinde durulacak değeri olmadığını, ama insan olduğumuz içinde bazı şeyleri takmamız gerektiğini unutmayın. bu kadar.
haziran 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder