"gelecek onu kaygılandırıyordu. yapılacak pekçok tasvirin ve denenecek pekçok anlatım şeklinin pekiştireceği kavram buydu işte; kaygılanmak. nasıl kaygılanmasın ki? hayatında her zaman bir sonraki günü düşleyip dünü özleyen insanlardan biriydi. dün için pekbir şey yapılamazdı belki ama, gelecek henüz yaşanılmamıştı ve cüretkardı.
çok stresliydi o günlerde. üniversiteye kaydını yaptırana kadar binbir bela yaşamış, ilk senesinde hazırlığı atlamak için yeterlilik sınavlarını bekliyordu. resepsiyondaki kadın "peki celal bey, alabiliriz" dedi ona.
...
seansın sonları geldi ve celal "iki doktora birden gidemem, ya maltepe'deki doktorumu bırakırım, ya da bir daha buraya gelmem dedi. terapi uygulamak işçin çaba sarfeden doktorsa "olmaz, siz xx hanımın hastasısınızi, onu bırakmamalısınız" dedi. doktor bırakmak istemiyordu, karşısındakinin ne kadar kırılgan ve kırılganlığı doğru şekilde yönlendirirse hayatını iyi yönlere doğru şekillendirebileceğini biliyordu.
-madem öyle, bir daha buraya gelmem, doğru dürüst bi psikolog bulurum kendime.
-sürekli değiştiriyorsun, sürekli kaybediyorsun. üniversiteyi ilk yılında kazanamadın. şimdi de hazırlıkğı atlamak için bu dördüncü sınavın olucak. tam üç kere denedin ve beceremedin. bu böyle mi devam edecek. bundan sonra sana bedava terapi yapacağım.
bunu kabul etti. şu ana kadar pekçok para bayılmıştı terapilere nasıl olsa. bu iyi bir şeydi. terapistin odasından çıktı. genç bi terapi heveslisi için epey dolgun olan ücretinin ödemesini yapıyordu babam.
-bir sonraki terapinin randevusu ne zamana olsun?
-bir sonraki terapi falan yok. doktor ücretsiz olacağını söyledi.
d- olsun siz yine randevu alın ben sizden para almıycam.
çocuk kabul etmedi bunu. bu onu son görüşüydü. 2-3 hafta sonra yeterlilik sınavı arifesinde mecbur gittiği psikoloğu arayıp çok safça, gördüklerine dayanamayan bir işkence müzdaribi gibi ağlayarak "eve gidince muhtemelen kendimi öldürücem, beni engellemek için lütfen bir şeyler söyleyin" dedi. 15 dakikalık bir telefon konuşması sonucunda kadının son kez sesini duymuş oldu böylece. hayır, kendini öldürmedi. bu çok saçmaydı, ölmek isteyen biri için bile. ortada 2 ihtimal vardı. cehennemde sonsuza dek ateş vaadeden tanrı veya ortalama 65 yıl yaşayan bu varlık halini henüz 19'da yok etmek. kar hedefleyen işletmeciler gibi umursamamasına rağmen bilinçaltı yapıyordu muhasebeyi. bilgisayarı açtı, chat kutucuğundan sınıftaki yazın tek konuştuğu kıza hayatı sordu.
-hayat sence nasıl bir şey?
-çok güzel. pekçok şey yapabilirsin ve bir sürü ihtimal var. her şey bizim elimizde.
-bence hayat bok gibi. iki senedir depresyondayım ve okb denen bi bok yaşıyorum. yalnızım ve yarın veremediğim takdirde hayatımın bir senesinin daha heba olacağı bi sınava giricem. bu 4. deneme olucak*.
kız çevrimdışı oldu ve güvenli biri olduğu içine sinene kadar bir daha çocukla konuşmadı. bütün bu boktan ahval ve şerait içinde çocuk sınava girdi ve en yüksek 2-3 nottan birini alarak hazırlığı geçti. tabii bu hayatın boktan olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. özellikle bu kadar zorlayıcı bir şeyin ardından gelen sikik deneyimler ve buna neden olan ortamlar hayatın ne kadar boktan olduğunu birkez daha pekiştiriyordu. önemli olan bu bok parçasının içinde mutlu olabilmekti."
*aslında hayatın boktan olduğuna dair daha etkili cümleler kurmuştu ama benim edebiyat parçalama becerim bu şartlarda bu kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder