söylenmesi gereken çok şey var. sanki, sanki varolduğumdan beri susuyorum. birikiyor içimde her şey. çatışıyor elde etmek istediklerimle elde edemediklerim. bana öğretilenlerle kendi öğrendiklerim çelişiyor. kendime olan inancımla naturel gözlemlerim çelişiyor. inanılmaz kutup bölgeleri oluştu varlığımda. bu da beni kendimden ayırıyor. aslında terkettiklerimiz başkaları değil, kendimizi terkediyoruz. yenileniyoruz, bir yılan gibi deri değiştiriyorum. bir göçmen gibi hissediyorum. mevsim beni rahatsız etmeye başladığı zaman terkediyorum her zaman. kaybedilecek şeyler biriktirmiyorum artık. çok zarar ettim çünkü.
içimdeki yıkıcılığın adını verebilmek bile benim için bir artı oldu aslında. o yıkıcılık ben de hep varoldu, her insanda varolduğu gibi. aslında kendi yıkıcılığının farkında olmayan insanları biraz şanslı da görüyorum diyebilirim. onlar hep bir şeyler yapabilirler zaten, ama maddi durumları veya çevreleri izin vermiyor onlara. ben en azından, ölüme yakın geçen şu birkaç sene içinde yoğun ve rahatsız edici takıntıların adını koyabiliyorum artık: yıkıcılık. her insanın içinde olanın, insanların koyduğu yasalarla, ahlak düzeniyle, denetleme sistemleriyle körüklenen şeyin adı: yıkıcılık. ve zıt kutuplarda, belki birbirlerini destekliyorlar yaratıcılığımla.
kurtuluşun yaratma eğiliminde olduğunun farkındayım. çünkü yıkıcı yanım hiç varolmamayı istiyor. sadece varolmamayı. ama bu dünyada bir şekilde bulunmaya devam edeceksem, yaratma eyleminde bulunmalıyım. insani olarak. para için değil, sığınmak için değil, başarı için değil. sadece insancıl olarak. 21. yy.dayız ve hala insanların sığınma, barınma, açlık gibi dertleri varsa, bu insanlığın suçudur. kendiliğinin tanrılığını anlayamamış insanlığın suçu.
sevginin ve paylaşımın sadece insanlık için yapıldığı durumlarda kendimi yeterince sağlıklı hissediyorum. her zaman düştüğüm şüpheye karşın, defalarca nakavt olmama karşın anlıyorum bunu. çünkü hep aynı sonucu alıyorum. aynı şeyi gözlemliyorum. egolarımızla birbirimizi ezdiğimiz ve hayatımızın amacı daha lüks bir evde yaşamak olduğu sürece de bu hastalık sürmeye devam edecek. birbirimizi anlamaktan öylesine uzağız ki. öylesine yapay ve maddesel ki ilişkilerimiz. yabancılaşmanın doruk noktasında artık yaşadığımız toplum. paranoyak olmak, manik veya depresif olmak öylesine normalki şu yozlaşmış insanlar planetinde. kültürün bile bir anlamı yok artık. her şeyin ambalajını tüketiyoruz sadece. içerik diye bir şey kalmadı. bunlardan sıyrılmak ve "gerçekten" yaşayabilmek için ya mükemmel bir büyüme standartına sahip olmamız gerekiyor, ya da acı verici deneyimler yaşamamız gerekiyor. ben ikincisini çok yoğun bir şekilde yaşadım.
amacım sadece anlaşılabilmek ve insancıllığımı yaratıcı ve iyileştirici biçimlerde olabildiğince paylaşabilmek. şarkı sözü yazmaya devam edicem, yazılar karalamaya devam edicem, insanlara gülümsemeye devam edicem. çünkü varım. yıkıcı tarafım hiç varolmamayı istiyor, bunun için ne yazık ki çok geç, 21 yıl uzun bir süre.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder