8 Kasım 2010 Pazartesi

modern yaşamdan gözlemler

pizza hut'a girdim. yanımda yaklaşık iki aydır belirli aralıklarla gördüğüm ve hayatının gidişatıyla alakalı fikirler vermek istediğim kuzenim var. yiyebildiğimiz kadar tıkınıyoruz. ve futbol hevesiyle alakalı konuşurken babamı arıyorum ve acilen onun yanına gitmemizi düşünüyorum. masadan hızlı hızlı kalkıyoruz ve çıkış kapısında her zamanki andavallıklarımdan birini yaptığımı bana garsonun kaba sesi hatırlatıyor: bakın buraya, hesabı ödemediniz.
hesabı ödemek için kasaya doğru gidiyoruz. kasadaki genç bize saçmasapan laflar etmeye başlıyor. ailenize söylerizden girip sicilinize işlerden çıkıyor. söyledikleri sadece sinirlerimizi bozuyor. aileme bunu söylerseniz sadece unuttuğumu düşünürler diyorum. bir de sicilim. 21 yaşındayım, sicilim sadece beyaz bir sayfa, ve kirleniyor ha, pizza hut'ta 23 liralık hesabı ödemedi. aptal aptal konuşmaya ve bizi sindirmeye çalışmaya devam ederken bu gerçekten durumuna üzüldüğüm kasa başında duran eleman, biz hesabı ödeyip çoktan dışarı çıkıyoruz. kuzenime kasadaki elemanın hayatındaki otorite kurma şansının sadece bu olduğunu söylüyorum. eğer takım elbise giyen, altın saat takan tiplerden olsak yavşaklığın alasını göstereciğinden girip, istisnalar haricinde bütün kasada bekleyen pizza hut elemanlarının aynı davranışı sergileyeceğinden çıkıyorum.
bir sonraki gün sözlükte ayn rand başlığına bu olayın da vermiş olduğu etkiyle belki biraz da toplum eleştirisi yapıyorum.

"kapitalizm aşığı bir yazar(mış) kendileri. kitaplarının arka kapağında öncelikle bu belirtilir zaten. onun da nedenleri var tabii. bireyin kendi varlığını bilmesi, buna göre hareket etmesi elbette önemli. elbette önce "ben" demeyen bir insan hayata karşı acizdir. bireyciliğin vardığı ileri boyutlarda, bu rekabetin pisleştiği ve genel ahlak ve etik kurallarının artık umursanmadığı bir düzende sağlıklı bir toplumdan söz edilemez. insan sosyal bir varlıktır, dolayısıyla çevresine yaptığı etkilerden sorumludur. bu noktada araya vicdan girer. sadece "ben" deyip vicdansızlaşmak, en azından bütün toplumun böyle düşündüğünü görmek insanı kendisine yapancılaştırır. herkes bulunduğu konumu sorgulamadan, alt katmanlarda veya artistliğin geçebilecği katmanlarda insanlara "bencilce", "egolarına göre" davranır ve ortaya insan yaratılışına, doğasına uygun olmayan durumlar çıkar. komümist rusya'dan çıkıp delice "ben"liği savunmak ve nedenler bulmak sıradan ve zeki insanların eylemleri için normaldir, ama "akıllı" insanlar, usunun ve vicdanının farkında olan insanlar söz konusu düzeni bir bütün olarak ele alır ve yaratabileceği tehlikeleri göz ardı etmezler.

tabii ben söz konusu yorumları sadece kapitalizm aşığı olduğu bilgisine sahip olarak yaptım. kapitalizmi yüceltmek için de tanrı'dan, krallıklardan ve onların egemenliğinden bahsetmesi ve yermesi ilginç. söz konusu tapınma paraya ve "ben"liğe olacaksa, şahsen ben tanrı'yı tercih ederim."

üzülüyorum, şaşırıyorum daha çok. para döngüsünün toplumun davranışlarında ne tür hastalıklı durumlara yol açtığını farkedemeyen biri nasıl tonlarca ağırlıkta kitaplar yazıp bazılarının fenomeni olabilir diyorum. zaten kitabı türkiye'de çeviren ve önsöz ekleyen insanlar da bu çöplüğe yeni çöpler ekleyip insanları varolmayan bir soyutlukta oyalayan, kazanma hırsı gözlerini körleştirmiş insanlar değil mi diye soruyorum kendime. sonra okulda türkiye ekonomisi vizesi öncesi yaşadığım durum geliyor aklıma. notlarda liberal ve sosyal demokrat anlayışın tanımları yapılırken marksist sistemle alakalı sadece diğer iki sistemin eleştirisi yapılıyordu. "marksizmde şirketlerin karlılığı önemlidir." diyerek kocaman bir "höh" çektirtiyor bana süslü kızımız. suratıma bakıyor,"yani firmalar devlet için vardır." diyor. zaten bildiğim bir şey olmasına rağmen kanlı canlı bir yabancılaşmanın şahitliğine bu kadar şahit olunca yüzümü 80 derece açıyla başka yöne çeviriyorum. bana az-biraz tepkili olduğunu tahmin ettiğim başka bir surata bakıyordum şimdi. tanrım diyorum bir "höh" demek bile ne kadar batıyor insanlara, neler oluşturabiliyor. kimbilir, birgün gerçek bir tepki versem, ya da herhangi birisi verse, nifak tohumu ekici addedilir, oysa sadece fikir veya anlık tepkidir oluşturulan. işte diyorum, böyle sindiriliyor insanlar. öyle bir toplumdayız ki, insanlar kendilerine o kadar yabancılaşmışki, azınlığın getirdiği en ufak bir eleştiride korku doluyor insanlar. inanılmaz bir kaos, bir hastalıklı durum oluşabiliyor ve buna sebep olan kişi çevresini gözlemleyen, boyalı kandırmacalardan kendini çeken biri olmak dışında herhangi bir özellik taşımıyor. ama o büyük bir tehlike, toplumun huzurunu bozuyor, ya susturulmalı, ya adapte olmalı, ya da akıl hastanesinde onun için mutlaka yer var. öyle, evet.

her şeye rağmen içinde çözülen mutluluğu yaşamalı insan, onu yaşamadıktan sonra gerisinin bir anlamı kalmıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder