anlatacak çok şey var. iyi ki bir hayatım var, iyi ki yaşıyorum, iyi ki varım.
aslında son girdimden beri epey başımdan geçen şeyler oldu. ben pek bunları yazıya dökme gereksinimini ve enerjisini hissetmedim kendimde. yazma olayını nerelere kadar götürebilirim diye düşünüyorum. bir yol ayrımındayım çünkü. ana yazı alanım olarak tuttuğum itüsözlük'ten uçurulmamdan, daha doğrusu birtakım genel "kitsch" ahlak kurallarını rahatsız giriler girip "bunları yazıyorum ne bok yiyorsanız yiyin." isterseniz uçurun anlayışlı tavrımdan sonra yeni bir yazı yazma alanı oluşturma düşüncesi içine düştüm. profil ve kültür paylaşım odağı olarak kullandığım orgalink'in de inanılmaz pasifleşmesi yeni mecralar arama durumunu ortaya çıkarıyor haliyle. yakında oluşacak fare projesinin kayıtlarının da verdiği bir hazımla myspace alanına yönelip güncel müzik olayları üzerine birtakım kayıtlar tutabilirim. ya da okuduğum kitaplar veya izlediğim filmlerle alakalı yorumlarımın ve gözlemlerimin bulunduğu bir blog alanı da oluşturabilirim. sokaktaki hayat her ne kadar "açmalısın yoksa ağzını yüzünü dağıtırım." baskısı yapsa da sadece vitrin ve teşhircilik olarak gördüğüm facebook olayına girmeyi katiyen düşünmüyorum. satılacak bir malım olsa elbette bunu teşhir edebilirdim, ama insanım mal değilim iyi ki de. facebook bana raflarda satın alınmayı bekleyen milyonlaraca insanın ambalajlı durumlarını gösteriyor. insanların gözlerini alamadığı dev bir alışveriş merkezi. yeaapppa!.
2.5 hafta önce psikiyatristimle olan seansıma gittiğimde, içimdeki yıkıcı, karanlık tarafımın dalgalarının sertleştiğini hissettim ve biraz da buna bile bile kendimi kaptırarak son derece olumsuz bir görüntü çizdim. karşımda beni belli bir ambalaja sokmuş ve ezberinden ne gelirse söyleyen kibiri ve kendiliğime bakışı mide bulandırıcı olan anlam özürlüsü birini gördüm şaşırdım. bunca gördüklerimden, cevaplarımdan sonra bana hala sanki 17 yaşımdaymışım gibi muamele eden, sorunlarımın evrildiğini daha farklı alanlara kaydığını göremeyen bu koca dinazor o günden sonra bugün bana artık kendisiyle yollarımı ayırma kararımı aldırttı. bu hastalıklı topluma adapte olacağıma kendimi bulma yolunda yanarım, en azından "haysiyetime" sahip çıkmış olurum. gideceğim isim ise belli. işi sadece ilaç yazmak ve hastalığın tıbbi yoluna bakmak olan 2007 haziranında ilk gittiğim psikiyatr. sadece tıbbi durumun gözetilmesi, ilaçların kontrolü vs. için.
bu hafta bir de kandırıkçılık yaptım. hiç gitmedim ders saçmalıklarına. işlerini yapmaya çalışan birkaç dürüst öğretim görevlisini ve asistanı tenzih ediyorum ama, bazı marmara üniversitesi almanca işletme hocalarının hakikaten "ben bilim insanıyım, burada da öğrencilere pozitif bilim öğretiyoruz." derken yüzlerinin kızarmaları, yani utanmaları lazım. zira sınavlarımızın ve genel öğrenci durumunun, buna ben de parçası olmamaya çalışırken dahilim, anlamını öğrenmeden arapça kuran ezberleyen karanlık zihniyetten bir farkı yok. tabii oradaki özne tanrıyken buradaki öznenin para olması iğrençliği var. en parlak işletme mezunu su şişelerindeki dudak payını kısaltıp kar marjını yükselten işletmecidir. böylece patronuna para kazandırır ve maaşı yükselir. yaşam amacınıza meteor düşsün lütfen.
sanırım ablama 12 taksitle bi notebook aldırtıp yazma işini ciddileştirmeliyim. hikayelerim var benim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder