aslında bu yazıyı hiç yazmamış olmayı düşünüyordum işte, ama bazı tesadüfler oldu bir şeyler yaşadım ve yazma ihtiyacı hissettim. şimdi ben böyle yazınca yazı biraz piç muamelesi görüp alınabilir tabii, neyse çok da önemli değil. herkese davrandığım gibi sana da dürüst davranayım sevgili eserim, amacım seni kırmak değil, bunu söyleme nedenim sadece, sadece işte bilirsin öyle..
pekçok arkadaşım oldu. sevenler oldu, üzenler oldu. 90'ların sonu 200'lerin başındaki her çocuk gibi ezik kola kutularıyla maç yaptım, tasolarla oynadım, kağıttan toplarla koridorda oynadım, kırılganlığımın çocukluk evrelerinde de kötü şeyler yaşadım, iyi şeyler yaşadım. geriye dönüp baktığımda kimsenin en iyi arkadaşı ol(a)madığımı görüyorum. kimse için vazgeçilmez değilim, bunu da biliyorum üzücü bir durum.
starbucks'ta her günkü okuma seanslarından birini yaparken işte 12 yaşımda aynı sınıfta olduğumuz kızı gördüm, o değildi tamam tamam uzatmıycam. uzun süre baktım kıza, vücut ölçüleri yüz hatları filan hep aynıydı, ama gözlerini görmem gerekiyordu, gözleri hep kitabına doğru eğikti, nihayet gözlerini bana doğru döndürdüğünde gördüm o olmadığını. her şeye rağmen çıkarken gidip yanına sordum.
"pardon, adınız büşra mı?"
hayır dedi. şimdi bundan eminim. çıktıktan sonra kafam karıştı. çünkü hayır derken bana gülümsüyordu ve muhtemelen benimle tanışmak istiyordu. fena olmazdı aslında, en azından muhabbet edebilmek için falan.
bununla sınırlı değildi tabii son 2 haftadaki tesadüfler. önce liseden bir arkadaşımı gördüm. yoğun depresyon ve kaygı yaşadığım dönemlerde, bana destek olmaya çalışan ama malum olaylardan ve anılardan dolayı kendimden uzaklaştırmak durumunda kaldığım ve kaba davrandığım insanlardan biriydi. beni görmemezlikten gelmek istedi, benim böyle isteyeceğimi düşündü herhalde. görüp hemen selam verdim, yanıma oturdum. birkaç gün öncesine göre çok gereksiz bulduğum şu soruyu sordu
"nasılsın?"
biri size içtenlikle nasılsın diye soruyorsa, koparmayın onu hayatınızdan. nasılsın sorusunun altında aslında tahmin edemeyeceğimiz derecede sevgi yatar, iyiniyet yatar.
"gördüğün gibi, gülebiliyorum artık. siz nasılsınız, neler yapıyorsunuz?"
diye cevap vermek oldu benim akabinde yaptığım. beş dakika muhabbet edebildik, belki daha az, olsun, sözleştik, buluşuruz belki, bilemiyorum. ben herhangi bir geribildildirimde bulunmayacağım, ama gelebilecek herhangi bir daveti de içtenlikle kabul ederim.
rastladığım bir diğer şahıs 2007 döneminde aynı sınıfı paylaştığımız garip çocuklardan biriydi. o dönem benim için çok zordu, belki sonra detaylı anlatırım, dersanedeki ortam faşizan ve feodaldi. bütün o kötü günler şu an bile beni huzursuz ediyor açıkçası. itüsözlük'te iyi tespitler çıkardım zaten haklarında, merak edenler bakabilirler. neyse çocuğun yanında başörtülü bir kız vardı, ve ben kuzenimle yan masada oturuyordum. beni gördü çünkü tam dibinden geçmiştim. ısrarla suratına baktım, o da ısrarla önüne bakmaya ve beni görmemezlikten gelmeye devam etti. rahatsız olması amacıyla kuzenimle küfürlü ve gürültülü şekilde muhabbet etmeye başladım. belki, bak orada iğrenç çöplüğünüzdeki basık insan değilim ben, küfür ediyorum, iyiyim ve daha iyi olucam demekti bu, bilemiyorum. ona karşı hissettiğim açık his, nefretti. belki ondan daha çok onun gibi insanları fabrikalarından çıkaran çarka, kurumlara.
yine kavurucu epey, aydınlık bir yaz sıcağında, yeni aldığım (ilk bu) güneş gözlüklerimi takmış, mehmet sungur'un ofisinden evime doğru uzun bir yürüyüş yaparken, buradan taşınmış olduğunu, ortak geçmişte pay edindiğimiz bölümden bir arkadaşın da arkadaşı olan (ki o bana buradan taşınmış olduğunu söyledi) ilkokuldaki ve kısmen lisedeki arkadaşımı gördüm. tabii ki o da beni gördü, çünkü yan yana geldik. güneş gözlüğünün kalkanıyla şöyle bir nefretle süzdüm. neden sonra, sadece o kadardı nefret. itiraf etmeliyim, onunla kısmen güzel zamanlarımız vardı.
yine armutlu'da da genel olarak aynı şeyleri yaşadım. çocukluğumu ve ergenlik dönemimi orada geçirmiş biri olarak insanların genel nefretini edinmek beni epey üzmüştü. akabinde malum olaylar yaşandı ve oraya uğradığım son iki günde kendimi ormanda bir av gibi hissettim. insanların hırıltılarını duyuyor, dikdik baktıklarını görüyordum. herhangi bir şey söylesem üzerime atlayacaklardı. bu da onların bir şeyleri konuşarak halletmek için yeterli kelime hazinesi ve insanlık suretine sahip olmadıklarını gösterdi. beni en çok üzen şeyse kimsenin bana "nasılsın" diye sormamasıydı. şimdi bakınca, aşağı yukarı aynı süredir ayrı kaldığım iki çevreyi karşılaştırınca, biri güleryüzle, nasılsın diyor, öteki dikdik bakıp nefretini kusuyordu. (ki burada da bana en çok (ve tek) sorulan soru nerede ve hangi bölümde okuyorsundu. tamamen kötüniyetli ve muhattapının insanlığını ayaklar altına almak demektir bu. oysa ben defalarca herkese nasılsın diye sormaya inatla devam ettim.) zaten ötekilerden biri bana 3-4 yıl öncesinden zengin piçi demiş, şoke etmişti. beraber top oynadığım, aynı yemeği yediğim, bütün günü beraber geçirdiğim insan. ne piçliğimi görmüşse işte. (burada yaşadıklarımı ayrıntılı olarak yazdım belki yayınlarım yine burada)
öyle işte. ortada birsürü nefret ve merkezinde ben varım. bu kadarını yaşamayı belki de hiç düşünmedim. şu gerçek galiba, bu dünya için fazla iyiyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder