şimdi nedense böyle birden anadolu hisarı üzerine yazma gereği duydum. aslında birden oluşan bir şey değil bu, itiraf ediyim. halihazırda bir şeyler duruyordu, yani bana hissettirdiği şeyler vardı, onları tam olarak toparladığımı dahi söyleyemem, sadece hissettirdiklerini, üzerinde fazla düşünmediğim, bir şekilde başlıklandırdığım ama içlerini doldurmadığım şeyler. zaten daha önce de, yani burayı oluşturmaya başladım birbuçuk yıllık süreçten beridir üzerine bir şeyler yazıyorum eski yazılara,bakıldığında bunun yoğunluğu net olarak görülebilir.
burada olan, süregelen şeyler pek de fazla değişmedi. muhtemelen yakın tarihle alakalı konuşursak, hani okulun açıldığı o ilk dönemlerdeki tatlı ihtiras ve öğrenci yoğunluğunun oluşturduğu ciddiyet ve hakim olma isteğini bir kenara bırakırsak benim yapmış olduğum gözlemlerin ben bu okula girmeden önce de aynı şekilde durduğunu söyleyebilirim herhalde. 2005 yılında da böyleydi burası, 2008'de de böyleydi, benim rahatsızlığıma depresyonuma etkisinin oldukça arttığı 2010 yılının sonlarında da böyleydi. yapabilecek, söylenebilecek fazla bir şey yok. benim buraya devam edebilmemi sağlayan tek etkeni bulmayı başarıp (başarmak nıhahaha!) bir şekilde sürdürebilmek için nedenler bulmam gerekiyordu. aslında bütün o yaşananlar sonucunda benim okulu bırakmam gerekiyordu. yaşadıklarımın, bunun sonucunda oluşan durumların olağan gidişatı bu şekildeydi. ama ben ne yaptım tabii, hayatımı sürdürebilmek için hepimizin ihtiyacı olduğu o sıfatlardan birine sığınmak durumunda kaldım. evet, ben öğrenciydim ve eğer öğrenci olmazsam hiçbir şeydim. bu benim için bir anlam ifade etmezdi de belki, ama dışarıdaki sosyo-ekonomik durum açısından oldukça fazla şey ifade ediyordu. hele hele hayatımın herhangi bir yaşam biçimi oluşturmak ve bu yaşam biçiminin içerisine yaratıcılık, bilgelik ve farkındalık eklemek için bana yüklenmesi gereken bir sıfatın bulunmasının o kadar da önemli olmadığını hatta bunların bir şekilde bana kambur oluşturduğunu gördüğüm şu dönemlerinde bunu net bir şekilde görebiliyorum. benim okula devam edebilmem şu durumda liberalizmin o ortak aklıyla bir yöne ulaşıyordu, bu yön şunu gösteriyordu: buradan fayda sağlamalıyım, burası yaşamımın ilerleyen dönemlerinde para kazanmama, tüketim olanaklarımın ve sosyo-ekonomik koşullarımın korunumuna fayda verebilecek bir yer. yani bu bir nevi insanın kendi ihtiaçlarını karşılayabilmesi için yetenek sahibi olduğu, erbabı olduğu bir durum, iş için kendi günışığını birilerine satması, başka birilerinin yüksek-ideal ekonomik çıkarları için kendi hayatının olanaklarından ve olabilirliklerinden vazgeçmesi anlamına geliyor. tabii çok sevgili sistemimizin bize öğrettiğine göre toplumda fark yaratacak insanlar bir şekilde kendini belli ediyor, kendini gerçekleştiriyor ve toplumun gidişatına yön veriyor. bu da sosyal darvinizmle açıklanıyor ve kapitalizmin insan doğasına çok uygun ve en yakın yaşam döngüsünü oluşturan güzide bir işlev olduğunu anlatıyor. sürekli biriktirerek, doğada hiçbir canlının yapmadığı bir şeyi yaparak, o biriktirdiğimiz şeylerin bize sahip olmasına neden olarak kendi doğamıza en uygun şeyi yaşıyoruz. bir kısım yaratıcı! insan yarattıkları ve biriktirdiklerinin egosunun sağladığı o yüce güç duygusuyla bizlerin üzerinde egemenlik kuruyor. biz de onların başarı öykülerine öykünüyor ve hayran oluyoruz, tapıyoruz. bugün faşizm hakkında konuşabiliyoruz, ona bok atabiliyoruz. sokaktaki hemen hemen her bireyin faşizm üzerine bir fikri var. en azından görüldüğü yerde kafası ezilmelidir falan diyebiliyoruz. terörizm de aynı şekilde. peki neden kapitalizm hakkında konuşamıyoruz. tam olarak merkezinde yaşadığımız şey hakkında neden böyle bir tutulma ve körlük yaşıyoruz? çünkü kazandığımız ölçüde sınırsız tüketim hakkımız var. istediğimiz herhangi bir şeyi tüketebildiğimiz içinse kendimizi özgür zannediyoruz, her şey elimizin altındaymış gibi geliyor. kendi insani ideallerimizi ve doğamızı araştırma veya algılama durumunu seçtiğimizde ya da bilinçaltımızın artık yüklerini taşıyamayacak duruma geldiğini gördüğümüzde, ağır bedeller ödediğimizde dahi pek çoğumuz mikro düzeyde düşünüyoruz. sadece kendimizi düşünüyoruz. ya da ahmet'i hüseyin'i gülşen'i falan düşünüyoruz. hislerimizi, günlük kaygılarımızı düşünüyoruz. at gözlükleri giyinmiş gibiyiz. toplum içerisinde ne olduğumuzu veya yaşadığımız problemlerin sürekli kendini tekrar ettiğini gördüğümüzde ve neden tekrar ettiğini kendi kendimize sorduğumuzda belki de bir kapıyı aralamış oluyoruz. yaptığımız şeyin ne kadar anlamsız ve ilişkisiz olduğunu gördüğümüzdeyse aslında dışarıdaki milyarlarca insanla beraber bir simülasyonun içerisinde olduğumuzu farkediyoruz. her şeye rağmen sınırsız tüketim olanaklarına sahip olmak, aç kalmamak ve hilkat garibesi gibi görünmek istemiyorsan, dışarıdaki herkesin giyindiği maskeyi takın, sorumluluklarını unutma, makineye katıl.
bugün bunları yazmama vesile olan şey aslında yine bir devam sıkıntısıyla alakalı. ben bugün bana belki de insani açıdan en yakın gözüken birkaç dersten birine deutsch 3 dersine gitmedim. aslında şimdi baktığım zaman vizelerden beri sadece 2 derse girmiş olduğumu görüyorum. ilk iki hafta hoca gelmedi, bir hafta zaman değişikliğinden haberdar olmadığım için ben dersi kaçırdım, şimdiyse ben gitmedim. bu dışarıdan yüklenen sorumluluklarla alakalı, ben şayet okulu bitirme ve fayda sağlama kararı almışsam herhangi bir çok özel nedenim yoksa devamlılığı mümkün olabilecek maksimum düzeye çekmeliyim ve katiyen bu sınırların dışına çıkmamalıyım. ama halen dahi bunu yapmadığım zamanlar oluyor işte. bu da o zamanlardan biriydi. kaldı ki vizesinden 85 aldığım bir sınavın fianlinde de aynı başarıyı setgileyeceğimin, hatta 50 sınırını dahi geçebileceğimin bir garantisi yok. bazı hocaların durumunu görmekse beni bu fikirden uzaklaştırmaya neden olabiliyor. bu zaman içerisinde bulunduğum bir derste ancak meslek lisesinde kadrosuz öğretmen olabilecek kadar vizyon ve ufuk sahibi olan öğretim görevlilerinin bizlere ahkam kesme ve gelecek hakkında elle tutulur, muazzam! fikirler vermelerini görmek gerçekten hayal kırıklığına uğratıcı ve yokedici. öğrencilerin, özellikle 10 yıllık eğitim sisteminin biriktirdiklerinin kafa sikici ve ketlediği bilgilerle buralara kadar seçilerek gelmiş öğrencilerin seviyelerini kendilerine belirterek neden yapamıyorsunuz allah allah yeteneklisiniz de diye belirten üniversite hocalarının olduğu yerde kimden ne beklenebilir ki. devam ediyorum, çünkü dışarıda tüm bu olup bitenlerden kendimi soyutlayarak yaşamamın, özellikle herhangi bir birlik içerisinde yaratıcı sosyal paylaşımlar olmadan ya da sistemin en azından sağladığı oynama ve acı verici şekilde oyalanma olanakları olmadan, dışarıda bir şeyler olduğumu belirten o kimlik olmadan yaşayabilmenin bedellerini ödeyebilecek vaziyette hissetmiyorum kendimi. yarı zamanlı kölelik oluşturan bu dişlilerde, milyarlarca insanın içerisinde olduğu bu düzlemde sadece bir çiviyim, vazgeçersem o da değilim. bu döngüde, bizlere herkesin kendisi için yaşadığı belirtilen ama aslında sadece dünya devleri kar etsin diye yeteneklerimizi sattığımız bu döngüde, aşılanan idealler uğruna yaşamış biri kendisine ve doğasına yabancı biri olarak ölür, ama hepimiz onu iyi biliriz.
neyse, ben alev hocaya bugün ki dersle alakalı bir mail atayım en iyisi. ne anlatıcaktım, nerelere gitti. belki de böyle olması gerekiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder