uzun zamandır buraya herhangi bir kayıt girmedim. ama bu yazmadığım anlamına bir şekilde gelmemeli tabii. her ne kadar itü sözlük'ten 1300 küsür girimin aniden silinmesiyke beraber şutlansam da, buraya şu ligtvnin açtığı dava neticesinde yasaklanışının ardından girmesem de, ya da girerken sürekli tembellik etsem de ucuz edebiyat örneklerini çeşitli mecralarda sergilemeye devam ettim tabii. bu kah ingilizce gramer kitabının arka kapağı oldu, kah yemek tepsisyle beraber gelen reklam kağıdının arkası oldu. şu öğrencilik deneyimine iğrenç bir şekilde ara verme durumunda kalınca defter tutma durumum da sıfırlandı. böyle garip garip yerlere şarkı sözleri ve duygudurum tasvirleri yazdım sürekli. itiraf etmeliyim, aslında bu işlerde iilk başladığımda biraz daha iyiydim. tabii ki en başlardan bahsetmiyorum, birkaç deneme yazısından sonra şiirlerim belli bir düzene ve ahenge girmişti ve gerçekten çok fazla bir etkilenme görülmüyordu, onların altına imzamı güvenle atabilirim. daha bir naifler ve gerçekten daha çok insan ruhuna o saflıkla dokunuyorlar.
şimdi yukarıdakilere şöyle bir bakınca, sbs türkçe paragraf sorularının metinlerine benzemiş, pehh.
varolan süreç içerisinde biraz pisliğe bulandığım için, ya da daha doğrusu pisliği uzaktan gözlemleyebildiğim ve onun tasvirini daha rahatlıkla yapabildiğim için o eski saflık yok yazdığım dizelerde. o büyük haksızlıklara uğramış, hayatta defalarca çaldığı kapılar birbir açılmamış veya üzerine kapanmış kapıların ardında büyük bir hayalkırıklığı bolca anksiyete, obsesyon ve depresyonla
oturduğu yerde sadece ağlayan, herhangi bir açıklama getiremeyen ve sadece kendini suçlayan o zavallı, büsbütün dünya karşısında ufak ve ezilip kalmış,yorgunluk şarkılarıyla geçen günlerini kurumuş gözyaşlarıyla umutsuzca geçiren zamanın farkında olmayan çocuk, ilk genç yok artık. buna "yok artık" demek yanlış bir ifade olur aslında, daha doğru şekli artık tamamen bunlardan bir araya gelmiyor oluşumdur. eskiden sadece bunlardım, şimdiyse büyük bir parçam bunlar benim. onları taşıyorum ve artık onlar sayesinde mi demeliyim, yoksa onlar nedeniyle mi demeliyim bilmiyorum ama dünyaya daha realist ve daha farkındalıkla dolu gözlerle bakıyorum. yaşadığım olayların, durumların toplumsal izlerini farkedebiliyorum ve uzaktan olayı gözlemleyebiliyorum. o zaman tekrar anlıyorum ben sadece özel tek kişi değilim bunları yaşayan. daha fazla insan tanıdığımda daha açık görüyorum, bu tanıma faslı kişiden kişiye göre değişir, elbette dünyada her istediğine sahip olmuş, mükemmel burjuva ailesiyle mükemmel iletişim becerileri ve arkadaş çevreleri edinmiş, insanlara yukarıdan bakan kendi bencil hayatında yapması gereken her şeyi yapmış olmanın "haklı" gururunu duyan eğlence anlayışı hazdan, duyusal fantezilerden ibaret olan kısacası bu sistemin kanatlandırıp yeryüzü meleği haline getirmiş, iyi okullarda okuyup, mükemmel tatiller yapabilme olağına erişen o güzel, zengin ve özgür insanlardan bahsetmiyorum. ben, özellikle bugün ağır kapitalist düzenin her türlü imkanı bu insanların yüzlerine kapattığı, kanadını kırmış insanlarını daha fazla anladığımı ve onlardan daha fazla şey öğrendiğimi görüyorum, hissediyorum, iliklerime kadar. biz, daha doğrusu dünya kazanmak ve kaybetmek üzerine kurulu olduğu sürece içindeki özlemlerle yanıp tutuşan, acı çeken, başaramayan insanlar, yani kaybedenler var olmaya devam edecekler. daha fazla eğitim isteyecekler, daha fazla yaşama alanı isteyecekler, daha iyi yiyecekler, özgürlük, seks, iyi iç çamaşırları, tabii ki buhranlı dönemler için psikologlar, felsefe, başarma duygusu, onurlandırılmak, bilgi birikimine sahip olmak, birkaç yabancı dil, eğitim imkanı, yurtdışı tücrübesi, belki birkaç kaliteli içecek daha temiz ve büyük evler, daha güzel arkadaşlar, belki bir yüzme havuzu ya da tek tanımla belirli standartlar. tüm bunlar sahip olamayan çoğunluğun ruhunu alevler içinde yakar. tabii ki, politikacılarla, popstarlarla, gündüz kuşağıyla yeteri kadar uyuşturucu alan insanlar. kurabildiği minik hayallerle hayatına katlanmaya devam ederek bir şekilde 50-60 sene yaşayıp birkaç mutlu an bırakırsa kendini şanslı sayıp göçüp gidiyorlar tabii arada bazı bireyler çıkıp "keşke daha özgür olsam" "kendimi tutuk hissediyorum ne yapabilirim" gibi söylemlerde bulunup o içlerindeki fırtınaları bir nebze olsun açığa çıkarıyorlar. dışarıdaki vahşi yaşam, henüz 20li yaşlarının başında güzel sayılabilecek, özgüvenini tamamen yitirmiş ve kaybedecek hayallerinden başka bir şeyi kalmayan, her şeyi yüzüne gözüne bulaştırmış ve hayatından bir kaçış arayan, allah'ım bana bir yol göster diyip yakarışlarda bulunan masum ve bir kıza "dışarıdan nasıl görünüyorum söyler misiniz?" diye sordurtabiliyor. bunu bir önceki sıfatların hepsine sahip olma şansına sahip olan biri nasıl anlar acaba, bu soru bir tokattır ve zamanın şu anda en büyük hastalığının birkaç kelimeyle vücut bulmuş halidir.
ve elbette biraz mizah, epey mizah. paylaşım. belki biraz sevgi, aşk. gündelik hayat. hayatlarımızın nelerle dolu olduğu ruhumuzda iz bırakan yaralarla ortaya çıkıyor. yakında ciddi olarak diyet yapmayı düşünüyorum, o zaman sadece geçen zamanın diyet üzerindeki etkisiyle alakalı bir blog daha açıp daha genel, misal sebzeler üzerinden, hava durumunun diyetime yaptığı etki üzerinden falan bahsetmek isterim. böyle şeylerle satırları doldurduğuma bakma, aslında mükemmel bir mizah anlayışım vardır. insanlar ne ekerse onu biçer ve yaşadığınız yerin yakınlarında bir mezarlık varsa, hava sürekli fırtınalıysa pek de güzel şeyler ekmek istemiyorsunuz. hepsi bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder