drama kumpanya'nın oyununu izledim bu hafta. kemal oruç'un yazdığı ilk oyundu bu aynı zamanda. ona "drama kumpanya'nın işlevi nedir, sen tam olarak ne yapmak istiyorsun?" diye sorduğumda "ben dünyayı değiştiricem." demişti. ablama bu anımı anlattığımda "eheh, biraz fazla abarmış." demişti. sinirlendirmişti bu cevap beni. çünkü kemal oruç othello'nun delisini 2010'un son salı'sında izleyicilerle buluşturduğunda bence dünyayı değiştirmişti bile.
bir de kendime baktım. ister istemez çocukluğuma gitti hafızam. 9-10 yaşlarımdayken ilkokul öğretmenimiz sıraları karşı karşıya birleştirmiş ve beni de diğerlerini de uslu ve çalışkan addedebilmem adına tembel ve yaramaz öğrencilerin yanına yerleştirmişti. pek tabii ben o yaramaz öğrencilerin arasında yaramazlaşmış ve tembelleşmiştim. ben o gün dünyayı değiştirememiştim. belki de o gün benim için bazı şeylerin bugünle alakalı bir göstergesiydi.
son dönemlerde moralim çok bozuk. her şey anlamsız geliyor. kırılgan duygular hissediyorum tabii ama bunlara kendimi kaptırmamaya çalışıyorum. bugün yaşananlar, yarın yaşanacaklar hiçbir şey anlam etmiyor benim için. sürekli bir şeyler yapmam ve boş durmamamı öğütlemişti bana arkadaşım. daha doğrusu beraber konuşarak bu sonucu elde etmiştik. yoksa bu kadar mantıklı düşünen ve konuşan biri niçin birkaç sene öncesiyle alakalı bir şeylere takılıp her şeyi yıkıcı hale getirsin ki? evet, yararlı hale gelmeme ket vuran ve halimle alakalı en ufak bir merak kıpırtısına ve anlayışına sahip olmayan insanlarla dolu bir okulda ya da kapı aralık hafiften gelen evlilik programı sesleriyle örülü, bir dolap ve hantal bir yatakla dopdolu olan bir oda da, konuşacak ve beni anlayacak insan bulmak için bu kadar çaba sarfettiğim bir ortamda nasıl boş durmayabilirim ki. en ölümcülü ve kırıcısı da geçmişe takılıp kalmış aklım. bugünle alakalı hiçbir şey önemli gelmiyor bana. bugünle alakalı hiçbir şey hatırlayamıyorum, ama beş sene öncesine o kadar hastalıklı tutulmuşum ki. bu da ilaçların etkisi tabii. günlük hayatta çok sık kullandığımız kelimeleri bile unutuyorum. bazen yeni bir başlangıç yapmak için öss'ye yeniden girmeyi ve psikoloji-sosyoloji-felsefe vs. yazmayı ciddi olarak tutkuyla düşünüyorum. geri kalan hayatıma baktığımdaysa öğrenim hayatımla alakalı kararları bile alamadığımı görüyorum. o kadar sinik ve benliksiz olarak yetişmişim ki, o kadar korkuyla doluymuş ki içim. tabii ben hayatımda hiç ciddi kararlar almamışım, ciddi kararlar alanların ardından bakmışım sadece, sakızım da düştü tabii eheh.
29 Aralık 2010 Çarşamba
19 Aralık 2010 Pazar
aylak aylak
anlatacak çok şey var. iyi ki bir hayatım var, iyi ki yaşıyorum, iyi ki varım.
aslında son girdimden beri epey başımdan geçen şeyler oldu. ben pek bunları yazıya dökme gereksinimini ve enerjisini hissetmedim kendimde. yazma olayını nerelere kadar götürebilirim diye düşünüyorum. bir yol ayrımındayım çünkü. ana yazı alanım olarak tuttuğum itüsözlük'ten uçurulmamdan, daha doğrusu birtakım genel "kitsch" ahlak kurallarını rahatsız giriler girip "bunları yazıyorum ne bok yiyorsanız yiyin." isterseniz uçurun anlayışlı tavrımdan sonra yeni bir yazı yazma alanı oluşturma düşüncesi içine düştüm. profil ve kültür paylaşım odağı olarak kullandığım orgalink'in de inanılmaz pasifleşmesi yeni mecralar arama durumunu ortaya çıkarıyor haliyle. yakında oluşacak fare projesinin kayıtlarının da verdiği bir hazımla myspace alanına yönelip güncel müzik olayları üzerine birtakım kayıtlar tutabilirim. ya da okuduğum kitaplar veya izlediğim filmlerle alakalı yorumlarımın ve gözlemlerimin bulunduğu bir blog alanı da oluşturabilirim. sokaktaki hayat her ne kadar "açmalısın yoksa ağzını yüzünü dağıtırım." baskısı yapsa da sadece vitrin ve teşhircilik olarak gördüğüm facebook olayına girmeyi katiyen düşünmüyorum. satılacak bir malım olsa elbette bunu teşhir edebilirdim, ama insanım mal değilim iyi ki de. facebook bana raflarda satın alınmayı bekleyen milyonlaraca insanın ambalajlı durumlarını gösteriyor. insanların gözlerini alamadığı dev bir alışveriş merkezi. yeaapppa!.
2.5 hafta önce psikiyatristimle olan seansıma gittiğimde, içimdeki yıkıcı, karanlık tarafımın dalgalarının sertleştiğini hissettim ve biraz da buna bile bile kendimi kaptırarak son derece olumsuz bir görüntü çizdim. karşımda beni belli bir ambalaja sokmuş ve ezberinden ne gelirse söyleyen kibiri ve kendiliğime bakışı mide bulandırıcı olan anlam özürlüsü birini gördüm şaşırdım. bunca gördüklerimden, cevaplarımdan sonra bana hala sanki 17 yaşımdaymışım gibi muamele eden, sorunlarımın evrildiğini daha farklı alanlara kaydığını göremeyen bu koca dinazor o günden sonra bugün bana artık kendisiyle yollarımı ayırma kararımı aldırttı. bu hastalıklı topluma adapte olacağıma kendimi bulma yolunda yanarım, en azından "haysiyetime" sahip çıkmış olurum. gideceğim isim ise belli. işi sadece ilaç yazmak ve hastalığın tıbbi yoluna bakmak olan 2007 haziranında ilk gittiğim psikiyatr. sadece tıbbi durumun gözetilmesi, ilaçların kontrolü vs. için.
bu hafta bir de kandırıkçılık yaptım. hiç gitmedim ders saçmalıklarına. işlerini yapmaya çalışan birkaç dürüst öğretim görevlisini ve asistanı tenzih ediyorum ama, bazı marmara üniversitesi almanca işletme hocalarının hakikaten "ben bilim insanıyım, burada da öğrencilere pozitif bilim öğretiyoruz." derken yüzlerinin kızarmaları, yani utanmaları lazım. zira sınavlarımızın ve genel öğrenci durumunun, buna ben de parçası olmamaya çalışırken dahilim, anlamını öğrenmeden arapça kuran ezberleyen karanlık zihniyetten bir farkı yok. tabii oradaki özne tanrıyken buradaki öznenin para olması iğrençliği var. en parlak işletme mezunu su şişelerindeki dudak payını kısaltıp kar marjını yükselten işletmecidir. böylece patronuna para kazandırır ve maaşı yükselir. yaşam amacınıza meteor düşsün lütfen.
sanırım ablama 12 taksitle bi notebook aldırtıp yazma işini ciddileştirmeliyim. hikayelerim var benim.
aslında son girdimden beri epey başımdan geçen şeyler oldu. ben pek bunları yazıya dökme gereksinimini ve enerjisini hissetmedim kendimde. yazma olayını nerelere kadar götürebilirim diye düşünüyorum. bir yol ayrımındayım çünkü. ana yazı alanım olarak tuttuğum itüsözlük'ten uçurulmamdan, daha doğrusu birtakım genel "kitsch" ahlak kurallarını rahatsız giriler girip "bunları yazıyorum ne bok yiyorsanız yiyin." isterseniz uçurun anlayışlı tavrımdan sonra yeni bir yazı yazma alanı oluşturma düşüncesi içine düştüm. profil ve kültür paylaşım odağı olarak kullandığım orgalink'in de inanılmaz pasifleşmesi yeni mecralar arama durumunu ortaya çıkarıyor haliyle. yakında oluşacak fare projesinin kayıtlarının da verdiği bir hazımla myspace alanına yönelip güncel müzik olayları üzerine birtakım kayıtlar tutabilirim. ya da okuduğum kitaplar veya izlediğim filmlerle alakalı yorumlarımın ve gözlemlerimin bulunduğu bir blog alanı da oluşturabilirim. sokaktaki hayat her ne kadar "açmalısın yoksa ağzını yüzünü dağıtırım." baskısı yapsa da sadece vitrin ve teşhircilik olarak gördüğüm facebook olayına girmeyi katiyen düşünmüyorum. satılacak bir malım olsa elbette bunu teşhir edebilirdim, ama insanım mal değilim iyi ki de. facebook bana raflarda satın alınmayı bekleyen milyonlaraca insanın ambalajlı durumlarını gösteriyor. insanların gözlerini alamadığı dev bir alışveriş merkezi. yeaapppa!.
2.5 hafta önce psikiyatristimle olan seansıma gittiğimde, içimdeki yıkıcı, karanlık tarafımın dalgalarının sertleştiğini hissettim ve biraz da buna bile bile kendimi kaptırarak son derece olumsuz bir görüntü çizdim. karşımda beni belli bir ambalaja sokmuş ve ezberinden ne gelirse söyleyen kibiri ve kendiliğime bakışı mide bulandırıcı olan anlam özürlüsü birini gördüm şaşırdım. bunca gördüklerimden, cevaplarımdan sonra bana hala sanki 17 yaşımdaymışım gibi muamele eden, sorunlarımın evrildiğini daha farklı alanlara kaydığını göremeyen bu koca dinazor o günden sonra bugün bana artık kendisiyle yollarımı ayırma kararımı aldırttı. bu hastalıklı topluma adapte olacağıma kendimi bulma yolunda yanarım, en azından "haysiyetime" sahip çıkmış olurum. gideceğim isim ise belli. işi sadece ilaç yazmak ve hastalığın tıbbi yoluna bakmak olan 2007 haziranında ilk gittiğim psikiyatr. sadece tıbbi durumun gözetilmesi, ilaçların kontrolü vs. için.
bu hafta bir de kandırıkçılık yaptım. hiç gitmedim ders saçmalıklarına. işlerini yapmaya çalışan birkaç dürüst öğretim görevlisini ve asistanı tenzih ediyorum ama, bazı marmara üniversitesi almanca işletme hocalarının hakikaten "ben bilim insanıyım, burada da öğrencilere pozitif bilim öğretiyoruz." derken yüzlerinin kızarmaları, yani utanmaları lazım. zira sınavlarımızın ve genel öğrenci durumunun, buna ben de parçası olmamaya çalışırken dahilim, anlamını öğrenmeden arapça kuran ezberleyen karanlık zihniyetten bir farkı yok. tabii oradaki özne tanrıyken buradaki öznenin para olması iğrençliği var. en parlak işletme mezunu su şişelerindeki dudak payını kısaltıp kar marjını yükselten işletmecidir. böylece patronuna para kazandırır ve maaşı yükselir. yaşam amacınıza meteor düşsün lütfen.
sanırım ablama 12 taksitle bi notebook aldırtıp yazma işini ciddileştirmeliyim. hikayelerim var benim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)