25 Şubat 2013 Pazartesi

yazma uğraşı -1

uzun zamandır yazmıyorum. benim için yazmak ya da herhangi bir şekilde olmayan bir şeyi ortaya koymak kendine güven alanı oluşturuyor. ben eylemsizliğimle aslında kendime olan güvenimi de zedeliyorum. yaratma eylemi içerisine girmediğim her saat, her gün, her hafta ve her ay beni derin bir boşluğa ve özgüvensizliğe itiyor. artık eskisi kadar kendime ayırabileceğim vakit bulamadığımdan mı, yoksa bir şeyler oluşturmanın sınırları belli bir meşruiyet alanı içerisinde olmamasından mı ya da her ikisinden mi -biliyorum- ben uzun zamandır kendimi boşlukta ve yaşama amacını kaybetmiş biri gibi hissediyorum. beni kendi kısıtlı alanına sıkıştırmış olan yaşamım bana artı değer kazandıracak uğraşı alanalarını kazandırması dursun, benden hayatımı ve zamanımı çalıyor. aslında bu durumu göze alabilirim, bunu kabullenebilir ve bununla yaşamayı da öğrenebilirim. zaten birkaç sene öncesinde olduğu kadar bir keskinlikle bunun içerisine kesinlikle dahil olmayacağımı söylemiyorum da. bundan farklı bir yaşam alanının olmadığını, hayatta kalabilmem ve kendi ayaklarım üzerinde durabilmem için içerisinde istemeyerek de olsa bulunduğum bu şeye uyum sağlamam gerektiğinin, sahip olduğum enstrümanları yetkinlikle kullanmayı öğrenmem ve onlara alışmam gerektiğinin farkındayım. zorunlu bir seçimden bahsedilecekse eğer benim yaptığım zorunlu bir seçim ve insanın farklı hayat koşullarına uyum sağlayabilme ve orada kendine yaşam alnı oluşturma olanağına sahip olduğumun farkındayım. bir zamanlar daha ustalıkla, keskinlikle ve inanmışlıkla söylediğim gibi; herkes kendi için yaşar.

evet, ben beni bir zamanlar oldukça motive eden şeylerin uzağına düştüğüm ve yeni bir eylem amacı edinmiş olmadığım için ya da yapay uğraşlarla kendimi oyalayamadığım ve onlardan kısa zamanlı geribildirimler de alamadığım için boşluğa düştüm. birkaç sene öncesinde ben psikologlara ya da psikiyatristlere zaman harcarken içerisinde bulunduğum durumun sona ermesinden korkardım. ve şimdi görüyorum ki o insanlar ya yeteri kadar yetkin değildiler ya da benim oralarda maddi gücümü kullanmaya devam etmemi istedikleri için ne zaman bununla alakalı bir şey söylemeye çalışsam ya anlamamazlıktan geldiler ya da konuyu başka şeylere doğru geçirmeye çalıştılar. onların anlamadıkları benim etrafımda olan biten şeylerin sadece içsel bir mekanizma etrafında şekillenmediği, hayatın sadece benim algımın sınırları içerisinde bulunan bir perspektif içerisinde bulunmadığıydı. eğer ben hoşlanmadığım yahut bana zarar veren bir çevre içerisinde yaşıyorsam bu benim sadece olan biteni yanlış algılamam ya da yanlış yorumlamamdan değil, aksine bütünüyle olmasa da etkisi altında bulunduğum çoğu dış etkeni kısmen doğru yorumlamam ve doğal süreç içerisinde de bu geliştirdiğim yorumlamalardan haliyle kötü bir şekilde etkilenmemdi. modern psikolojinin açmazı sanki liberal-demokratik sistemin tam olarak insan doğasına uygun olduğu ve bu uygunluk çerçevesinde de insan eğer kötü bir dönemden geçiyorsa bu tamamen onun kişisel algı ve hormonel durumundan kaynaklandığı varsayımı. kaldı ki türkiye gibi kabul etmek gerekirse ortadoğu coğrafyasının oldukça etkisi altında kalan bir ülkede feodal-otoriter-faşizan etkiler de eğer çok elit bir çevre içerisinde yaşamıyorsanız hayatınıza düşünülenden daha fazla ve tehlikeli biçimde sızıyorlar. oluşturmaya çalıştığım tematiğinin dışına sapmamak amacıyla ekşisözlük'ten yapacağım bir alıntı sanırım modern psikolojinin çıkmazını ve neden benim gibi "anormal" birtakım insanları tam olarak tatmin edemediğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.

"bunun "ana akım" olanı, bireyi -saplantılı bir şekilde- kültür ve tarihten ayırarak, sanki bunların insan davranışı üzerinde hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alır. pragmatik olana yönelik seçici tahminler yürütür. adil olmayan statükonun devamını sağlayan ve önyargıları serbest bırakan nesnelliğin yarattığı sapmış inançları besler. bir direniş kırma yöntemi olarak, sistematik problemleri bireyselleştirir.

tartışmaz; "benim dediklerimi kabul et ya da yok ol" der."

20. yüzyılda psikoloji kuramının iyice belirginleşmesi ve modern doğa bilimi içerisinde kendisine yer etmesiyle psikoloji alanı refahın göreceli artması ya da başka bir deyişle burjuvanın genişlemesi ve olanaklarının çoğalmasıyla beraber insan doğasını aşmaya meyilli problemlerin oluşmasının getirisiyle beraber insanların manevi boşluklarını tatmin etmekte, hayatlarına zincirlenmiş kompleks problemlerine çözüm önerileri getirmekte. sanılandan daha hızlı bir biçimde de insanlar manevi olarak hissettikleri boşluğu, kozmik yalnızlıklarını ritüellerle ve göreneklerle değil belirli bir şekilde somutlaştırarak ve öznelleştirerek psikoloji biliminin getirdiği modern açılımlara doldurmakta. bu pek tabii bu olanaklar her ne kadar genişlese de bir psikolog yahut psikiyatri seansı orta gelirli -burada orta gelirliden kastım fiziksel ihtiyaçlarını karşılayabilen fakat lüks tüketim için oldukça kısıtlı bir meblağa sahip olan ve kapitalizmin meşruiyetini oluşturan toplumun önemli bir bölümü-
insan toplulukları için oldukça külfetli. devlet bu işe zaten modern hayatın kompleksleriyle alakalıysa eğer sıkıntılarınız -bu ölüm aksiyetesi olabilir, geliştirilen takıntılar olabilir ya da ağır bir depresyon olabilir- zaman ayırma lüksünü bu tür sağlıksızlık durumları için oluşturmuyor. tecrübe ettiğim bir seansta doktor bana problemlerimi çok kısa bir şekilde anlatmamı söylediğinde bunun mümkün olamayacağını çünkü birkaç senedir bu işin içinde olduğumu anlatabilmem için en azından bir seansa ihtiyacım olduğunu iletmiştim. bunun üzerine doktor bunun burada mümkün olmadığını her hastaya en fazla on dakika süre ayırabildiğini söyledi ve direkt olarak devleti ilgilendiren konuya yani kendimi öldürmek isteyip istemediğimi sordu, onları ilgilendiren tek kısım buradaydı. ben doktor türbanlı olduğu için bu tür bir duruma karşı önyargılı olabileceğini ve eğer intihar düşüncelerine sahip olduğumu bir şekilde açık edersem bunun devlet hastanesinde yatılı tedaviye değin gidebileceğini hesap ederek o dönem sıkça intihar etmeyi düşünmeme rağmen bunu açık etmedim ve kısa olarak intihar etmeyi düşünmediğimi ama sık sık ölsem de kurtulsam dediğimi söyledim. sonucunda da zaten geliş amacımı tamamlayacak hamleye geçtim ve kullandığım ilaçları devlet güvencesiyle bedavaya temin edebilmemi sağlayan reçeteyi yazdırdım. yani psikoloji bugün olduğu biçimiyle ya da başka bir deyişle modern haliyle ağır bir depresyon geçiren ve edindiği bir karşı cinsle bu ağır depresyonunu atlatan yeşilçamla aynı kökenden gelen ve insan topluluklarını sarsan umut ve hayata tahammül etme güdüleri aşılayıcı iyi-hisset filmlerinden hallice bir yapıya sahip. durumu altyapı-üstyapı temellendirmesine dayandırırsak altyapısı bu tür bir psikoloji kökenli olan sanat yapıtları da kendilerini bu şekilde çoğaltıyor ve yeniden üretiyor diyebiliriz pek tabii. burada bir itiraf da etmek gerekirse de psikologların ve psikiyatristlerin edinmiş olduğu sosyal statü görece rahat yaşam ve kendilerini gerçekleştirme katsayılarını gözönüne aldığımda toplumun bu kaymak tabakasında olmak herhalde hiçbir beyaz türk'ün, özellikle de aralarında benim de bulunduğum travmatik geçmişe sahip olanlarının reddedemeyeceği bir pozisyon olurdu.

yazma uğraşımı burada sonlandırıp gelecek hafta bütünlüklü olarak devam edeceğim.