31 Aralık 2012 Pazartesi

o1.04.2012 incisözlük kayıtları

1. ölümden korkuyorum tamam ama, böyle aniden gelse benim için bir şey ifade etmez. gerçekten ölmek ve yaşamak arasında fark göremiyorum artık. yaşıyoruz da noluyor ki. oksijen falan güzel de her şey sahte geliyor artık. yok olmak, hiç varolmamak daha iyi. ama öldürmem kendimi. sadece yakın zamanda benim elimde olmayan durumlardan ölmeyi kastediyorum. acısız, aniden.

3. ölüm, korkutucu ama hayatın sonu. burası önemli "hayatın" sonu. bütün o acıların, ümitlerin, terkedilmişliklerin sonu. öte köy yok. alın bu hayat sizin olsun. ben sevmedim zaten. çürüyeyim ben toprağın altında.

4.hiç umudum kalmadı. artık umuda inanamıyorum. umutsuz yaşamayı da beceremiyorum. her şey kocaman bir hiçmiş gibi geliyor. ben uyandım. geçmişle gelecek zaman arasında sallanmamayı öğrendim. öğrendim ama, şimdiki zamanda inanılmaz korkutucu geliyor. kimseye karşı ilgim yok. karşıma adriana lima gelse, inanır mısınız sevgili dostlarım: tenezzül edip sikmem bile. bitti artık her şey benim için. henüz ölmedim. kendimi öldürmem de. ama mecazi anlamda, benim için artık hayatın sonu.

5.beni hayata balayabilecek tek şey sanat olabilir bir nebze. saçmalığına tutunabilirsem, anlayabilirsem, sadece şimdiki zamanda oynuyormuş gibi yaparsam yani.

7. insanları hayatımın ilk 17-18 senesinde çok sevdim. bir-iki sene nefret ettim. birkaç senedir de insanlar benim için bir şey ifade etmiyor panpalar.

9. @6 muhtemelen cenazeme son 0n yıldır hiçbir bağlantım kalmamış, beni insan olarak hiç merak etmemiş akrabalarım katılır. helvam kaliteli olur panpa. ama maalesef zamanı hakkında yorum yapamam. dediğim gibi intihar etmeyi düşünmüyorum. vücudun yaşamaya refleksli olduğunun farkındayım. ama umut denen şeyi ve anlamı öldürdüm galiba.

12. @8 beceremiyorum panpa. şu an bu şekilde düşünüyorsam inan beceriksizliğimdendir. doğayla uyumlu olamadım. benim için bütün hepimiz için tasarlanmış geleceğin ötesini gördüm ama korkunçluğu karşısında titredim panpa. anlam katamıyorum hiçbir şeye. bence insanlık da ölüm eşiğine girdi. yani insanlık olarak da ölüyoruz. doğduk, geliştik, bilim, sanat, inanç derken ölüyoruz.

14.ve o kadar korkak ve beceriksiz bir insanım ki yine bu ölüm düşüncesi yüzünden uyuyamam bu gece panpalar. her şeye bağımlı haldeyim. farklı türde olmasını becerebilseydim keşke, ama bir yandan elimde olmayan gerçekler de var. çevreme bakıyorum, kendime bakıyorum ama hiçbir şey göremiyorum. keşke nefret edebilseydim. sevmek imkansız zaten. ama nefret bağlarsa bağlar beni

15. @13 hepimizin içine sıçıldı panpa. insanların büyük çoğunluğunu bizim düşüncemizden farklı hissetmiyor. sadece bağlanacak bir şey buluyorlar ve o şey içerisinde yaşayıp gidiyorlar işte. hepimizi köle değil miyiz zaten. dışarıdaki zorunlulukların kölesiyiz. bizimle alakalı olmayan şeylerde çalışıp, şeyleri okuyup hayatımızın 30-40 senesini öyle geçiriyoruz. şurada ifade etmeliyim ki tek çıkış yolu tanrı'dır. ama inanamıyorum artık bütün bu saçmalıklara. bazen sabah kalktığımda inanıyorum ama akşama doğru bunun naif bir sarhoşluktan farklı olmadığını tekrar tekrar hatırlatıyor. aklım, mantığım ve iradem tanrı düşüncesini reddediyor. çünkü tanrı, yarın ve geçmiş demektir. ben ne yarını istiyorum ne de nostaljiyi seviyorum.

16. geçmiş ve gelecek her şeyimi çaldı panpalar. çok sert hayal kırıklıklarına uğradım. artık umut etmek veya geçmişe değer vermek istemiyorum. kocamamn bir hiçlik ve çürümüş anılar kaldı. insanlar beni zaten sevmediler panpalar. hayatımda hiç sevgi yoktu. olanı da anlayamadım zaten. insanların çaresizliklerini göünce de seviginin artık geçerliliğinin kalmadığını görüyorum. gününün 9 saatini işyerinde kendiyle alakası olmayan şeyler yaparak geçirip haftasonları da çaresizce magazin izleyen birinin sevgisi. bu sevgi ölü panpalar.

17.  ama hayatın keyfini çıkarmayı da bilmeli bir şekilde. okulun bir kumpanyasında tiyatro yapıyorum panpalar. ve cuma günü cezaevinde oynadık. yaptığımız şeyin ne olduğunu oradan çıkınca biraz anlayabildim. yani o kadar kötüydüm. bence umut görmek istiyorsanız cezaevine gidin. 21. yy. sikik türk burjuvalarının götünü silmeyeceği oyunu ve oyunun konusunu bağırlarına basıp dakikalarca alkışladılar.

18. muhtemelen bazılarınızın kızarkadaşları var, veya geçim sıkıntısı yaşıyorsunuz. ya da müziğe aşıksınız. bir kısmınız okulunuzu bitirmeye kasıyorsunuz, bazılarınız ailenizden utanıyor, kiminizin altında son model araba var, bazılarınız yobaz dincisiniz, bazılarınız ateist, bazılarınız alevi. işte bütün bir hayatın birkaç cümlede özeti. altbaşlıklarınızı dolduruyorsunuz. hayatınız hakkında hiç düşünmeyin panpalar. sizi meşgul eden şeylerle ilgilenmeye devam edin. yoksa maazallah toplum olarak hasta sıfatını yeriz.
19. evet, nerede kalmıştık? var mı diyecek bir şeyi olan?
 
 
 
 

12 Temmuz 2012 Perşembe

soner sarıkabadayı sanatının kavramsal özelliklerini bir örnek üzerinde inceleme

evet, yazının yazılma amacı aslında tamamen doğaçlama çıkan bir şey. sanat eleştirmeni veya ahkam kesince sözü dinlenen biri değilim ben. kafasında yüzen binlerce şeyin arasından çağrışanları soner sarıkabadayı videosu üzerinden bir nevi dışavurum yapmayı planlıyorum, yazıdan hayat deneyimlerinize bir şeyler katacağını düşündüğünüz ilham verici notlar bekliyorsanız bence bunu hiç okumayın. ama ben soner sarıkabadayı kişisi ve kendisi dışavurmayı tercih ettiği sanat türü hakkında fikirler ortaya çıkarabilirim ve bu milyonda bir de olsa sizin boğazınızı kalemle deşmem anlamına da gelebilir.

neyse, ben günlük olarak bakalım pop-müzik piyasasında neler dönüyor diye bakmak için arada sırada ttnetmüzik'e girerim. yağmalayabileceğim bir mahalle bakkalı gibi gördüğüm bu siteden her türlü düzensiz beslenmemi sağlar, zararlı olduğunu ve pis şartlarda üretildiğini bildiğim o mamüllerden tombik ve iştahı kabarık bir çocukçasına tüketirim. bugün de sarıkadayı isimli şahsın trio adını verdiği (ki trio adı kendisinin ilk defa olaraktan 3 şarkıyı birarada yayınlamasından gelen, sanırım kaynağı latince olan bir kelime öbeğidir) albümünden burada biri var isimli klibi şarıkısının klibi üzerinden birtakım deeğerlendirmelerde bulunacağım. klibi izlemek için videonun üzerine tıkladığımda yarım dakikalık bir şampuan reklamına maruz kaldım. şampuan reklamından tek aklımda kalansa şampuanı michael phelps'in kullandığı, şampuanın müzik dinlemekle beraber iki tutkusundan biri olduğuydu. gerçi şampuan yerine başka bir şeyden (özgüven) bahsediyorlardı ama benim aklımda şampuan olarak kaldığına göre ben donuk fikirli, tutkuları tarafından esir alınmış, bu nedenle kolay etki altında bırakabilen ultra-tüketici bir insanım.

en nihayetinde reklamdan sonra oturma odasında bulunmanın verdiği internet itici gücüyle şarkıya kavuşuyorum. ama o da ne? (daha önce şarkının orjinal halini dinlediğim için biliyorum) sarıkabadayı şarkının orjinal hali yerine remiks edilmiş haline klip çekmiş. bu da şarkının kendisine olan güvensizliğini, yaz aylarında bulunmaktan dolayı insanların dımtıs ihityaşlarına karşılık vermesi gerektiğini iyi anladığını gösteriyor. şarkı için çok genel tek cümle normal bir tüketici olarak söyleyebileceğim, makyajsız, siyah tişörtlü 100-130 kilo 1-70 boylarında makyajsız itici bir suratı olan bir kadın görünümünde olması. kliple beraber şarkıyı da ilerletelim ve sarıbadayı kelinin güneşte ne kadar parıl parıl parıldadığını bir kez daha görelim bakalım. klibin ilk yarım dakikalık kısmı soner sarıkabadayı'nın istanbul boğazı önündeki uhrevi ve seksi yakın çkimleriyle başlıyor. biz bir yandan istanbul boğazı'nın ne kadar şahane olduğunu ve fetih ruhunu iliklerimize kadar hissederken diğer yandan sarıkabadayı'nın birazdan çok önemli şeyler söyleyeceğini anlıyoruz. zira kendisi dımtıs aralarında sürekli olarak burada biri var diyere "burdayım yarraaam birazdan önemli şeyler söyliycem." imajını bizlere başarılı bir şekilde iletiyor. şarkının ilk kısımlarına girdiğimizdeyse 30lu yaşlarına gelmiş bir adamın üretim kabızlığı içerisinde nasıl can çekişebileceğini görüyoruz. ülkenin en önemli bestecilerinden birinin her şarkısında olduğu gibi 14-15 yaşlarındaki bir ergenin ilk aşklarına yazdığı şiirlerin derinliğinde ve üslubunda olan şarkı sözleriyle sevenlerine "yine istediğiniz şeyi yaptım ve ergen kötü aşk şiirlerimi alıp üzerine belirli gitar kalıplarını oturtarak bütün nostalji kanallarınızı tamamıyla açtım. günde 9 saat çalışırken face'ten ara ara dinleyip paylaşarak muhteşem gerçekliğinize benim yeni sanat eserimle yeni bir renk katabilirsiniz." diyor adeta. şarkının orjinalinden farkı yine düzenlemesinde öne çıkıyor. vapur iskelesi önünde sarıkabadayı ve vapur çekimleriyle devam eden bu nadide sanat eseri orjinalinden farklı olarak kötü dizelerini biraz daha tekrar ediyor, yani şarkının trafiğiyle oynamış sarıağaoğlu.

o muhteşem nakarat sonunda geldiğindeyse 90lar pop figürlerinden apartılmış sarıkabadayı yoğunluğu buram buram hissediliyor. nakaratla alakalı dikkat çeken şeyse giriş kısmından sonra nakarat girdiğinde buz isimli nadide eserin de nakaratı girse aslında bir şeyin değişmeyeceği. bu daha sanatçının ne kadar tutarlı ve istikrarlı eserler ürettiğinin bir başka ispatı gibi adeta. zaten sanatçının özgünlüğü esrlerinin tutatlılığı ve belirli bir üslup oluşturabilmesidir. ben bir şarkıcıdan şarkılarının tümüyle birbirine benzetmesini isterim ki, şarkının kime ait olduğunu anlayabileyim. klip takılarak ilerlediği için hakkında fazla yorum yapamıyorum ama sanırım zaman ve enerji tasarrufundan faydalanmak için aynı yerde yapılan çekimler, manken gibi vücudu ve ayna gibi dazlağıyla parıldayarak ilerleyen sarıkabadayı'nın adeta bir manken edasıyla şehirde turlaması ve yine o güzel vapurlar kliple alakalı görsel ifade için yetiyor da artıyor bile. şarkı sözleriniyse bilmiyorum paylaşmaya gerek var mı, liseli kötü aşk kompozisyonu diyorum, şarkının adı da burada biri var. bence bu yeterli. klipten devam edersek sarıkabadayı sokak aralarına giriyor ve keskin renklerle örülü binaların arasından dar sokaklarda son derece kötü şiirini, kötü bir beste ve kötü bir sesle okumaya devam ediyor. bu da bize sanatçının bu şekilde devam etmesinin sesi kötü ama besteleri süper hafız anlayışının kendisine gayet yaradığını gösteriyor. belki kendisi bile farkında değil ama bu çeşit bir algı piyasada bir çeşit marka tanımlaması yaratır ve sarıkabadayı yazdığı kötü şiirler ve yaptığı kötü bestelerle hayatının sonuna kadar belki geçinebilir. klibin 02.45-02-48 kısımlarında yine sarıkabadayının dans figürleriyle alay edip vakit harcayan güruh için çok hoş bir ayrıntı var. popüler kültüre bir çeşit bok atma meyilinde olan ama herhagi bir fikri bulunmayıp milletin fiziksel atraksiyonlarıyla dalga geçen cenahlar bunu bir kenara not etsin. şimdi dayanabilirsem şarkıyı sonuna kadar dinleyip finali bağlayacağım.

evet klibi sonuna kadar izleyebildim. aslında şarkı sözleriyle çelişen biçimde oluşturulan bu tarz klipler insanların hapis edilmiş, zincirlenmiş tutkularına nasıl oynandığının bir çeşit görünümü. klip hakikaten çok ilginç olmuş, demek istediğimi klibin başlarında anlayabilmek biraz puslu ama 2. dakikanın sonlarından itibaren sarıkabadayı abimizin birkaç yıldır eriştiği maddi refahla gönlünün epey hoş olduğu anlaşılıyor. toplumdaki yabancılaşmayı daha iyi anlayabilmek içinse buna daha iyi bir örnek sen mutlu ol ne olur şarkısı. şu ana kadar şarkının söyleniş biçimi, şarkı duyulduğunda verilen tepki ve şarkının sözleri üçlü bir kıyaslamayla aslında nasıl bir mezar kazdığımızı gösterebilir nitelikte. zira acılarda en gözde tüketim malzemeleri haline dönüşür, insan verdiği tepkilerin özüne o kadar yabancılaşır ki "sen mutlu ol ne olur" denilen bir şarkıda göbek atıp tabak kırabilir. zincirlenmiş hayallerimiz ve yaratcılığımız bize en kısa yolla deşarj edebilecek anlamsız aktivitelere yöneltir. pasif bir hayatta başka türlü yöntemler mümkün değildir.

bu arada, uzun aradan sonra hoşgeldim. bilinçakışıyla ara ara yazmayı düşünüyorum.

4 Şubat 2012 Cumartesi

atatürk üzerine

şimdi öncelikle şunu söylemeliyim ki, ben bu kaydı facebook üzerinden yapmayı ve orada yayınlamayı arzu ederdim. gerçi bu kaydı yapmanın facebook üzerinden de olsa, bu blog üzerinden de olsa pek bir manası yok. sonuçta internet bir kara delik işlevi görüyor ve günlük hayatta birbirimizle paylaşamadığımız düşünceleri, fikirleri kustuğumuz, sdağlatımını yaptığımız dışarıda da oldukça makul ve düzgün olarak gezinmemize yarayan bir paltforma dönüşüyor. dostayevski'nin yeraltından notlar'ında söylediği gibi, modern yaşam fareler oluşturuyor ve bu fareler günümüzde oldukça yoğunlaşmış ve hızlı bir şekilde ürüyor. konumuzun, ya da anlatmak istediğim şeyin başlıkta görüldüğü üzere atatürk olduğunu söylemiştim, şimdi kafamdaki fikirleri toparlayacak bir şekilde sembollere ve diğer insanların da anlayabileceği biçimlere dönüştürme zamanı. uzun zamandır düzenli olarak yapmıyorum. elbette her fare gibi ufak tefek notlar alıp küçük çaplı yazınsal maceralara girişiyorum, ama esas işelvimi gerçekleştirdiğim burayı biraz ihmal ettiğim için olacak belki de, bir çeşit özgüvensizlik, ürkeklik var üzerimde.

atatürk türk tarihi açısından oldukça özel ve ayrıcalıklı bir önderdi. aslında kendime önder seçmekten, birini bir şekilde örnek almaktan pek hazzeden birisi değilimdir. bu cümleyi yazarken dahi kısa süreli bir duralık geçirdim yazdıklarım başıma iş açar mı diye. neyse, ben kendimi klasik deyişiyle, görünen biçimiyle değil belki ama, bir şey olarak ifade etme yolunu seçersem, hani karşıdan da anlaşılabilecek bir biçime sokmak durumunda kalırsam, çünkü ben kendime anti-kapitalist diyebilirim, animalist diyebilirim, toplumcu diyebilirim, hümanist diyebilirim ama hangisini dersem diyeyim o ingilizce tabiriyle "freak" olarak gözükeceğim için, bu toprakların tükrçesiyle bolca çatışan yönleriyle atatürkçü derim. malum bu aralar yakın tarih 40'lar 50'ler bir güzel yere seriliyor, küfürler, lanetlemeler, günah çıkartmalar almış başını gidiyor. hepimiz bunu seyirci olarak izliyoruz. biliyoruz, çok yakın bir zamanda örümcek beyinli yaşam zararlılıları 30'lara da inecekler, 20'lere de inecekler, o zaman "büyük" kurtuluş savaşını, mücadelesini, türklük gurunu taşıyan o sembolü yerle bir ederken bulacağız kendimizi. devlet bahçeli'nin yaptığı doğru ve bir sonraki aşamayı gösteren tespiti gibi: yakında mustafa kemal'de bir darbeci olarak anılmaya başlanacak. çevremde bazı çekirdek akpliler olduğu için, bu çekirdek akplilerin düşüncelerine ve zihniyetine çok yabancı değilim. onları görüyorum ve onlar zaten bunu bu şekilde düşünüyorlar, inanıyorlar. bu pisliklerin beni onlar gibi yapmaya zorlamadıkları müddetçe, beni yönetmeye ve beni bir kalıba sokmaya çalışmadıkları müddetçe istediklerini yapma hakkına sahip olduklarını elbette kabul ediyorum. ama bir canavar yaratıldı, %50 arkaya alındı, bir süreç başlatılıyor, muhafazakar ve demokrat bir nesil yaratma süreci bu. tek kitabı olan, hastalıklı düşüncelere sahip, faşizan tutumları oldukça fazla, empati ve sempati geliştirmeden oldukça yoksun, tek kitaplılığın getirdiği cehalet bir yere ait olma kaygısıyla kendi gibi olmayanın yaşamstandartlarının ağzına sıçan, ahlak ve etiği ağzından düşürmeyen ama kendi çıkarı, menfaatleri ve bop'daki rolüyle her türlü ahlaksızlığı, ikiyüzlülüğü ve pisliği mağdur gören bir nesil bu. altın nesil, ama kökenlerinde bok var, altın kaplama bok partikülleri. sakın hakaret ettiğim anlaşılmasın, söylediğim gibi ben de bir fareyim ve en pis lağımlarda, en karanlık, en kuytu köşelerde, kimselerin yaşamak istemeyeceği yerlerde yaşıyorum. iğrenç bir rengim, iğrenç bir kuyruğum,i ğrenç bir vücudum var, yaratılmışların en lanetlisiyim.

3 dönemdir hükümette bakanlık görevini yerine getiren bir kişi bugün bütün aciziyeti ve zavallı üslubuyla gençliğe hitabeyi, kuran ayetleriyle karşılaştırabiliyor. elbette gençliğe hitabeden hoşlanmaz. aslında ben de hoşlanmıyorum. bir toplumu ayakta tuan, o toplumun değerlerini oluşturan hiçbir şeyin başıma kakılmasından ben de hoşlanmıyorum. ama maalesef türkiye'de gençliğe hitabeyi kuran ayetleriyle karşılaştırabilecek dahili bedhahtların varlığı sebebiyle var zaten bu gençliğe hitabe. bunu ağzına alacakların varlığı ve hızlı üreme durumları yüzünden var. elbette bunu anlamayacaklar, anlamak istemeyecekler, çünkü tam da kendilerinden bahsediliyor. keşke aklı hür, vicdanı hür nesiller gereken olgunluğa ve kendi ayakları üzerinde durabilme çabalamalarında olabilseler de, herkes kendi başına başkalarına tek kitabıyla kafasına vurmayan bireyler olsa da, ihtiyaç duymasak istiklal marşı'na gençliğe hitabeye falan. açıkça söylemem gerekirse, burada kesinlikle kendi toplumumu falan küçümsemiyorum, katiyen böyle bir şey yok. dünyanın her toplumunda toplumların birarada kalabilmesi için belirli değerler oluşturulmak ve değerler çerçevesinde bireyler yetiştirilmek zorunda. bu noktada ben de atatürkçülüğü farklı bir şekilde yorumluyorum. atatürk, her şeyin farkındaydı, çağının, türk toplumunun çok ilerisindeydi, belki de bir hiççiydi; kimbilir. ama o kendi toplumunu sevmeyi, ayağa kalkındırmayı tercih etti, bir devri oluşturmayı, yeni bir nesli en baştan yaratmayı tercih etti. o, hemen hemen tüm ömrünü bu ideal uğruna, evet, benim hiç beceremediğim hoşlanmadığım bir şey olan bir ideal uğruna harcadı, ya da geçirdi diyelim kızmasınlar. toplumlar başka şekilde oluşturulamaz ve hayatta kalamazlar zaten. insanlara bir ideal verilir, sunulur, insanlar o idealler içerisinde kendine yer bulmaya, o ideallerden ahlak basamakları ve yaşama amaçları oluşturmaya çalışır. bu abd için kapitalizm'dir, türkiye için atatürkçülük'tür, doğu bloku için komunizmdir, bilemem. tek bildiğim insan hayatının hiçbir değeri olmadığı, işe yaramadığı ve anlamı olmadığıdır. insanın en büyük trajedisi de buradadır. insan bir şeye bağlanır, hani şarkılarda da geçer: neden diye sorma diye. evet, sormayız neden diye, çünkü içerisindeki boşluk, saçmalık bizi ölüme kadar götürebilir. bugün türkiye'de fikri hür, vicdanı hür bireyler yetiştirme gayesi içerisindeki bir düşünce akımı yıkılmaya yerine çok çok beteri, ölümcülü tek kitaplılık getirilmeye çalışılıyor. hepimiz suçluyuz bunda. anlamsız olduğunu anlayamayacak kadar bile ilerleyemedik. sahip çıkmadık, içetenlikle benimsemedik, çok tembeldik, tükettik, zarar verdik, yok ettik, içini boşalttık. deliler, fareler "freak"ler oluşturduk. rte bir yazarı tersler, bülent arınç terslenen yazarı atütürk'e benzetir, ki bu kesinlikle bilinçaltına oynanan çok sinsi ve kalleşçe bir oyundur biz de seyrederiz bütün bu güzellikleri. ellerindeki en büyük koz belki de atatürk'ün dinsizliği. atatürk dini yok etmek isteseydi, ki etmedi çünkü bir toplumun en önemli çimentolarından biri dindir, şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, ederdi. atatürk belki ateistti, belki agnostikti, belki kuşkucu bir müslümandı, bunu bilemem. çelişkili ifadeleri var bunlardan herhangi biri olabilir. onun istediği tek şey fikri hür, vicdanı hür bireylerdi, muhtemelen günümüzdeki atatürkçülüğe evrilen şeyi görseydi, üzülürdü ve böyle olmasını hiç istemezdi. günümüzde kendini atatürkçü olarak niteleyen pek çok insan tek kitaplılar önünde, örümcek kafalılar önünde yargının da ele geçirilmesiyle aciz duruma düştü. gerçekten çok üzücü.

son olarak eklemek gerekirse atatürk tam anlamıyla bir liderdi. tüm liderlik vasıflarına sahipti ve bir toplumu nelerin bir araya getireceğini, nelerin ayakta tutacağını çok iyi biliyordu. ideali kesinlikle dinsiz bir toplum değildi. çünkü tarihinde gösterdiği üzere hiçbir toplum din vasfı olmadan ayakta duramamıştır. o sadece herkesin vicdanıyla başabaşa kalabildiği türk nesilleri istedi. ilerlemek istedi, çağdaş uyagarlık ideaları kurdu. üzerine düşen her şeyi yaptı. bir onbeş yıl yaşasaydı ülke şu an çok başka konumlarda olabilirdi. zaafları vardı. korktu, inancını kaybetti, inandı, şüphe duydu, istedi, zaaflarına yenik düştü, en umulmadık zaferleri kazandı. yıkılmış bir padişahlığa demokrasiyi getirdi. ama kimseyi kendi vicdanıyla başbaşa bırakmak istemeyen, faşist tutumlu bazı insanlar vardı. aradan bir yüzyıl ilerlerken ülkenin durumu şu vaziyetteydi, bu satırların yazarı da hayatta kalmak dışında herhangi bir beklenditisi kalmayan biriydi zaten:

""dindar bir gençlik yetiştirmek istiyoruz" sözü aslında mantıklı. zaten şu saatten sonra gençlerin fazla şansı da yok. çünkü yeni kapitalizm sağ olsun, başka maneviyat kalmadı. artık her şey para. şiir yok, romantizm yok, vefa yok, zarafet yok, felsefe zaten hiç olmadı... doların üstüne "allah'a emanetiz." yazan amerika gibi olduk artık. ne kadar sevinsek az. bu yüzden başbakan'ı tutarlı buluyorum. "dindar bir nesil yetiştirmek" artık bir tercih değil, mecburiyet."

tuna kiremitçi, hani şu iğrenç boyalı suratların bulunduğu gazetede müsvettesinde yazan sempatik adam.